Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

30 bin ölü PKK’lının hesabını soran yok mu?

DÜN Milliyet’te PKK’nın eylemlerini başladığı 1984 yılından bu yana terör nedeniyle yaşadığımız can kayıpları ile ilgili bir araştırma haberi yayımlandı.

6 bin 653 kişi şehit olmuş, 5 bin 687 sivil terör saldırılarında yaşamını yitirmiş.

Ölen PKK’lı sayısı ise 29 bin 704. 

Belli ki dağlardaki sığınaklarında güvenlik içinde yaşayan PKK’nın terör ağalarının bu kayıplar umurlarında bile değil.

PKK’nın başındakiler, bir gece vakti bilmem nereye karakol basmaya gönderdikleri o insanların çoğunun öleceğini biliyorlar, ama yine de bundan vazgeçmiyorlar.

Bir hayalle kandırılarak ya da tehditle dağlara çıkarılan çocuklar ölmeli ki onlar bulundukları konumları koruyabilsinler. Onların kanlarından besleniyorlar, ne kadar çok kan akarsa kendi küçük saltanatlarını sürdürebileceklerini biliyorlar.

Kürtler adına siyaset yaptıklarını söyleyenler, bu ölümlerden rahatsız olmuyorlar mı? 

Dillerinden “kirli savaş” sözünü düşürmeyenler, bu ölümleri finanse eden şeyin uyuşturucu kaçakçılığı, haraç ve belediye yolsuzlukları olduğundan haberdar değiller mi?

Oylarını aldıkları insanlara karşı bir sorumlulukları yok mu? 

Oylarını aldıkları insanların çocuklarının dağ başlarında ölüp gitmesine karşı seslerini neden yükseltmiyorlar?

Bu sadece korkudan mı kaynaklanıyor, yoksa onlar da varlıklarını bu ölümlere mi borçlu olduklarını düşünüyorlar? 

Bu strateji binlerce çocuğumuzun yaşamına mal oluyor.  

Artık Kürtler için siyaset yaptıklarını söyleyenlerin içinden de bu şiddete karşı sesini yükseltecek birilerinin çıkması gerekiyor!

BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, PKK’ya “Silah bırak” çağrısı diliyorum ki Kürt siyasetçiler içinde tekil bir ses olarak kalmasın!

Bu işi siyasetçiden daha iyi biliriz  
 
BAŞBAKAN, terör olayları ile ilgili haberlerin verilmesini “PKK ile işbirliği” olarak niteliyor.

Ateş düşen evlerdeki yas görüntülerinin sansürlenmesini istiyor.

Uzun süre gazete yöneticiliği yaptım. Her terör saldırısından sonra gazetelerin yazıişlerine hâkim olan duyguyu iyi biliyorum.

Gazeteci haberi vermek zorundadır, işi budur.

Öte yandan bu tür haberleri verirken de kılı kırk yarar. Terörist toplumda korku yaratmak ister, gazeteci de vereceği haberin bu korkuyu besleyip büyütmesini istemez.

Dünyanın hemen her yerinde, normal bir gazeteci bu iki durumun yarattığı çelişkiyi çözmeye çalışır.

Şiddetin toplumda korku yaratacak boyutunu küçültmek ama haberi de vermek gerekir.

Televizyonlarımızda ve gazetelerimizde benzer görüntülerin defalarca tekrarlanması, haberi verme amacını aşar. Bundan kaçınmalıyız.

Öte yandan bu tür haberleri verirken kamuoyunun dikkatini de terörün çirkin yüzü üzerine çekmek, teröristi yalnızlaştırmak, teröre karşı ortak bir bilinç yaratmak da gerekir.

Haberi yok saymak, fısıltı gazetesini büyütür, terörün yaratmak istediği korkuyu daha çok besler.

Ve elbette hükümet emriyle bazı haberlerin verilmiyor olması da sadece sansüre işaret eder.

Gazetecilerin hangi haberi verecekleri, hangisini veremeyeceklerine hükümetlerin karışması demokratik bir ülkede olacak şey değildir!

Artık arkalarında TRT desteği de var

TRT Haber’de önceki akşam Medya Müfettişi isimli bir program izledim.

Programda önceki gün yayımlanan “Başbakan olsam yandaş medyaya kızardım” başlıklı yazım konu edildi.

Sonra ekran bu yazıma yanıt vermek isteyenlere teslim edildi. AKP Grup Başkanvekili, Sabah’ın karikatüristi Salih Memecan ve Yeni Şafak Genel Yayın Müdürü Yusuf Ziya Cömert konuştu.

Devlet televizyonunun bir köşe yazarına yanıt yetiştirmek için kullanılmasına daha önce tanık olmamıştım. Demek ki TRT’de artık işler böyle yürüyor, yürüsün bakalım. Nereye kadar gidebileceklerini de merak ettiğimi söylemek istiyorum.

Öte yandan da benim için iyi oldu. Ben Hürriyet gibi yüksek satışlı bir gazetede yazıyorum, çok sayıda insana ulaşıyorum. Bana yanıt vermek durumunda olanların böyle yüksek bir erişim olanakları yok diye üzülüyordum. Şimdi arkalarına TRT desteğini aldıklarına göre durumumuz tam olarak eşitlenmese bile “fair play” şartlarına yaklaşmış sayılır. Buna sevindim.

Herkesin fikrini, bulduğu her ortamda serbestçe açıklaması, bir demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Bu nedenle orada dile getirilen fikirlere katılmamakla birlikte saygıyla karşıladım.

Ancak bir düzeltme yapmam gerekiyor.

Yeni Şafak’ın Genel Yayın Müdürü, benim Yeni Şafak’ı yazılarıma konu etmemi eleştirirken Fethullah Hoca’nın WSJ demeci ile ilgili yazımdan da söz etti.

O yazımda Fethullah Hoca’nın sözlerinin yandaş medyada sansür edildiğini anlatıyordum. “Biz vermiştik, ama Mehmet Yakup Yılmaz bizi de o yazıya koydu” diyerek izleyicilerde sanki ben bir gerçeği saptırmışım gibi bir imaj yarattı. O yazıda aynen şöyle yazmıştım: “Yeni Şafak: Haber birinci sayfada küçültülmüş ve ‘Gülen’den farklı yorum: İsrail’den izin almalıydılar’ başlığı ile verilmişti. Haklarını yemeyelim küçük de olsa haber birinci sayfada vardı.” (7 Haziran 2010)

TRT muhabiri, konusuna hâkim olmuş olsaydı eminim bunu hatırlatırdı ama demek ki dersini iyi çalışmamış!