KAZAK gazeteci Ramazan Yesergepov’un yazdığı bir yolsuzluk haberi nedeniyle hapse mahkûm edilmesi AB tarafından protesto edildi.
Milliyet’in konuyla ilgili haberinde AB tarafından yayımlanan “basın özgürlüğü” deklarasyonunun tüm üye ülkeler, aday ülkeler ve potansiyel aday ülkeler tarafından imzalandığı anlatılıyor.
Bildiriye imza koymayan tek ülke Türkiye!
Bunu okuyunca “Herhalde Kazakistan ile ilişkilerimizi bozmak istemiyorlar” diye düşündüm.
Ama bildiriyi imzalayan ülkeler arasında Kazakistan’da en az bizim kadar iş yapanlar da var.
Üstelik bizim “derinlikli dış politika stratejimizden” kaynaklanan “bölgenin lider ülkesi olma” pozisyonumuz karşısında Kazakistan’ın sözü mü olur?
Neden imzalamadığımızı bildiriyi okuyunca daha iyi anladım:
AB’nin deklarasyonunda şöyle deniliyor: “Gazeteciler kamu yararına olan konularda haber yapmakta özgür olmalıdır. Onlar yetkililerin olası yanlışlarını ortaya çıkararak demokrasiye, hukukun üstünlüğüne hizmet ediyorlar!”
Evet, sorun bence bu ifadelerden kaynaklanıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ve genel olarak hükümetin başı basın özgürlüğünün böyle algılanması ile dertte çünkü.
Deniz Feneri yolsuzluğu haberleri yayımlandığında Başbakan’ın nasıl tepki gösterdiği ve üzerimize nasıl geldiği bir sır değil. Bir not da Altemur Kılıç davası için düşeyim:
Başbakan, Vakit yazarı Abdurrahman Dilipak’a yayın yoluyla hakaret ettiği için verilen cezaya çok üzüldü biliyorsunuz. Eşi, Dilipakların evine kadar gidip, “Geçmiş olsun” bile dedi.
Aynı Başbakan, Altemur Kılıç’ı kendisine “pervasız kabadayı” dediği için dava etti ve Kılıç’ın avukatlarına verdiği vekâletnamedeki bir şekil hatasından da yararlanarak mahkûm ettirdi.
Basın özgürlüğü konusunda böyle çifte standartları olan bir Başbakan’ın, o bildiriye imza atması da zaten düşünülemezdi.
Güler Zere için açıklama
KANSER hastası Güler Zere’nin affedilerek tedavisinin normal şartlar altında sürdürülmesi ile ilgili dün yayımlanan yazım ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı’ndan bir açıklama aldım.
Açıklamada af konusunda Adalet Bakanlığı’nın karar mercii olmadığı, Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmasına ve Cumhurbaşkanlığı’na iletilmesine aracılık ettiği belirtiliyor.
Bakanlık, bu konuda üzerine düşeni yaptığını da bildiriyor.
Açıklamaya göre şu anda Güler Zere için iki ayrı süreç yürüyor.
Birisi infazın ertelenmesi ile ilgili, diğeri de Cumhurbaşkanı’na “özel af uygulaması için evrakların gönderilmesi” ile ilgili.
Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’nden gelecek raporların beklendiği, bu raporlar için sürenin kasım ayı başında dolacağı ve raporların Adli Tıp görüşü alındıktan sonra işleme konulacağı belirtiliyor.
Bakanlığa açıklaması için teşekkür ederim.
Dilerim ki bürokrasinin uzun koridorlarında raporların gelip gitmesini hızlandıracak talimatlar da verilmiş olsun!
Bu yöntemi dünyaya öğretmeliyiz
DEVLET Bakanı ve başmüzakereci Egemen Bağış, “Demokratik açılım sürecine karşı çıkanların tarihe ve millete sorumlulukları olacaktır” dedi.
“Atılan adımlara karşı çıkanların alternatif plan sunmamaları düşündürücüdür” diye de ekledi.
Egemen Bağış’ın Bursa’da yaptığı bu konuşmayı çok eksik buldum.
Sözlerinden anlıyoruz ki kimsenin ne olduğunu bilmediği “demokratik açılımın” içinde nelerin olduğunu kendisi gayet iyi biliyor gibi!
Bildiklerini de açıklasaydı, bir taşla iki kuş vuracaktık.
Bir yandan açılım denen şeyin neye benzediğini öğrenecek, diğer yandan da buna karşı çıkanların nasıl insanlar olduğu hakkında fikir sahibi olacaktık.
Ama o bildiğini bizlerden saklıyor, ortalık yere ağır suçlamalar yolluyor.
Bu da ilginç bir politika yapma yöntemi.
Ortaya bir şey atıyorsunuz. Ne olduğunu kimse bilmiyor, sonra herkesi “Tarihe karşı sorumlu olursunuz” diye suçluyorsunuz.
Bence bu yöntemin Türkiye sınırları içinde kalması çok üzücü!
Siyasal bilgiler okullarının müfredatına bu ders de eklenmeli: “Açık olmayan açılım stratejileri enstitüleri” kurulmalı, tüm dünya politika yapmanın bu yeni yöntemini öğrenmeli!