’Bayanlar Parkı’ alarm zillerini çaldırıyor!
ŞANLIURFA’nın Siverek İlçesi’ndeki “kadınlara özel” park ile ilgili haberi Hürriyet’te okumuş olmalısınız.
Haberin fotoğrafında parkın girişine asılı tabela da görülüyordu.
“Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Parkı” tabelasının altına aynı büyüklükte bir de “Bayanlar Parkı” levhası asılmış.
Kadınlardan “bayan” diye söz etmek dilimize yeni yeni yerleşiyor ve kulağımı tırmalıyor.
Birisi bir kadından “bayan” diye söz ederse hemen şöyle yanıtlıyorum: Kimi bayıyor?
Elbette her kadının “baydığı” birileri mutlaka vardır ama bütün kadınlara “bayan” demek eskiden ancak minibüs muavinleri ile pazarcı çıraklarının diline yakışırdı.
Bu “bayan” konusuna yine döneriz, bugün dikkatinizi çekmek istediğim konu “harem-selamlık” uygulamasının resmileşmesi ve bunun toplumsal yaşamımızı giderek teslim almasıyla ilgili.
Söz konusu olan yer bir park. İçinde bir çay bahçesi var. Böyle bir yere 12 yaşından büyük erkeklerin alınmaması fikrinin sahipleri sanıyorum ki parkı bir tür kadınlar hamamı olarak görüyorlar.
Bir zamanlar kadınların nispeten daha serbest olabildikleri Müslüman ülkelerde kadınların toplumsal yaşamdan tecrit edilmeleri aynen böyle bir süreçle yaşandı.
Pakistan’da Lahor’da 30 yıl önce kadınlar şortla bisiklete binebilirlermiş. Bugün böyle bir şeyi hayal etmek dahi mümkün değil.
Tıpkı anneannelerimizin gençlik fotoğraflarındaki giysilerinin benzerlerinin bugün Anadolu’nun birçok kentinde “giyilemez” olması gibi bir durum bu.
Fas’ta da görünmeyen bir baskının sonucu olarak türbansız sokağa çıkmanın artık giderek mümkün olamadığını anlatan bir Le Monde röportajından söz etmiştim geçenlerde.
Benzer bir süreç hiç kuşku duymayın ki sadece Anadolu’nun küçük kentlerinde değil, büyük kentlerimizin varoşlarında bile ilerliyor.
Elbette ki “türban” konusu bir kişisel özgürlük sorunudur. Ama kadınların toplumsal yaşama katılması için vazgeçilemez olduğu iddia edilen bu “kişisel özgürlük” kullanımının, başka kadınların istedikleri gibi giyinme özgürlüklerine nasıl zarar verdiğini de göz ardı etmemeliyiz.
Siverek’te ortaya çıkan “Bayanlar Parkı” uygulaması, kadınlarımızın en temel özgürlüklerinin nasıl bir tehdit altında olduğunu gösteriyor.
Bir tür alarm zili çalıyor, uyanın!
Pilavla zerde, kaşığı da bende
GALATASARAY Lisesi’ni bitirmiş, mühendis olmuş ve çok büyük bir inşaat şirketinin genel müdürlüğüne kadar yükselmiş bir komşum var.
Arkadaş canlısı, hoş sohbet, yan yana evlerde oturmaktan mutlu olduğum bir komşum.
Geçtiğimiz pazar günü misafirleriyle birlikte evinin bahçesinde Galatasaray’ın şampiyonluğunu kutladılar. Seslerden anlayabildiğim kadarıyla misafirlerden biri de geçen haftaya kadar Galatasaray yöneticisiydi.
Sabahın erken saatlerinden, akşamın geç saatlerine kadar aynı müzik CD’sini dinlediler.
Komşumun gelişmiş bir müzik zevki ve klasik müzik kültürü var. Ama bu kez çalınan CD Galatasaray’ın şampiyonluğu için alelacele piyasaya sürülmüş bir üründü.
O gün komşumun misafirleri ve civar evlerde oturan bizler en az 20 kere “Bir baba hindi” diye başlayan ve son derece kötü bir koro tarafından seslendirilen bir tribün tezahüratını dinledik.
Bizim evdeki kalabalık bir Fenerbahçeli arkadaş topluluğu ile birlikte “eski açık 6 desene”ye başlayabilirdik ama komşumun keyfi kaçmasın diye buna izin vermedim.
Fenerbahçeli Tuncay Şanlı, Galatasaray maçının ardından tribünlerdeki seyircilerle beraber “bir baba hindi” tezahüratı yaptığında onu eleştirenlerin biri de bendim.
Ama artık bu eleştirimi geri alıyorum.
Demek ki Türkiye’de futbol konusu en okumuş yazmışlarımız için bile “bir baba hindi” düzleminden öteye bir anlam ifade etmiyor.
Ve bütün mesele, hindinin bir sezon boyunca kaç kere inip, kaç kere bindiği ile ilgili!
Sülün Osman rahmet istedi!
BUGÜNÜN gençleri Sülün Osman adını belki hiç duymamışlardır ama bizim çocukluğumuz onun marifetlerini dinleyerek, gazetelerde okuyarak geçti.
Sülün Osman, belki de dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dolandırıcısıydı.
Haydarpaşa Garı’nı, Beyazıt ve Galata Kuleleri’ni “pazarlar”, çoğu Anadolu’dan İstanbul’a yeni gelmiş saf vatandaşlara bazen bir kol saati bazen de bir yemek parasına bu “malları” satardı.
Çocukken ona çok kızardım ama büyüdükçe şunu anladım: Eğer birisi sizi dolandırabiliyorsa, bu esas olarak sizin onu dolandırma çabanızdan kaynaklanır.
Haydarpaşa Garı’nı bir kol saati karşılığında satın almak isteyenin gerçek amacı “ticaret yapmak” değil, “mal sahibini” kandırmak ya da onun zor durumundan istifade ederek çok pahalı bir malı bedavaya kapatmaktır!
Başbakan’ın Berlin’de, İslami Holdingler ile ilgili olarak giriştiği ağız kavgasını izlerken Sülün Osman’a da rahmet okudum.
Ortada somut hiçbir yatırım yokken, hayali projelere “ortak olarak” birikmiş paralarıyla hiçbir yerde olamayacak “kár paylarını” alacaklarını düşünenler ile Sülün Osman’ın kurbanları arasında benzerlikler buldum.
Biliyorum birçok kişi bunun için bana kızacak ama bu konularda esas olan şudur: Kendi düşen ağlamamalı!