HÜRRİYET

Bir çete, iki soru

İBRAHİM Tatlıses, 14 Şubat 2006 günü İstanbul’da Asena adıyla tanınan oryantal dansçı Onur Çakmak’ı tehdit ettiği iddiasıyla yargılandığı davada beraat etti.

Tatlıses bir gün sonra Ankara’da, Hürriyet’in “Sauna Çetesi” adını taktığı çete operasyonu kapsamında ifade verdi. Çünkü kendilerini MİT ve ’derin devlet elemanı olarak’ tanıtan çeteyle ilgili telefon dinlemelerine takılmıştı.

Tatlıses’in, eski eşi Derya Tuna’yı vurduğu için yargılanan Hüseyin Bozan’la, Asena’yla ilgili bir konuda tartıştığı ve “kaçırılarak etkisiz hale getirilmesi” için çete lideri Kasım Zengin’den yardım istediği iddiasıyla ifadeye çağrıldığı belirtildi.

Tatlıses’in ifadesinde, çete elemanlarını devlet görevlisi olarak bildiğini söylediği basına yansıdı.

Gazeteler birkaç gün sonra, bir sünnet düğününde çekilmiş, çete lideri Kasım Zengin, İbrahim Tatlıses ve Emniyet eski Genel Müdür Vekili Ertuğrul Çakır’ı aynı masada otururken gösteren fotoğrafı da yayınladı.

Gazeteler, Tatlıses ile Zengin’in telefon görüşmelerinin deşifre edilmiş tutanaklarını da yayınladılar.

İçinde Tatlıses’in de adının geçtiği bu konuşmaların 2004 ve 2005 yıllarında yapıldığı anlaşılıyor.

İki soru sormak istiyorum.

Birincisi: Bu konuşmaların dökümü Tatlıses’in İstanbul’da yargılandığı davanın dosyasına konuldu mu? Konulmadıysa, niçin konulmadı?

İkincisi: Yazılanlara göre; 2004’ten beri teknik takipteyse AKP milletvekillerinin adının da karıştığı Sauna Çetesi operasyonu niçin bugünlere kadar sarktı?

Unakıtan’ın başarısı ve başarısızlığı

DÜN gazeteleri şöyle bir karıştıran okuyucular en geniş alanların Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a ayrıldığını görmüş olmalılar.

Türkiye Cumhuriyeti, 17 yıldan sonra ilk kez yeni bütçe dönemine açık ile değil, 2 milyar YTL fazla ile giriyor.

Bütçe açığının Gayri Safi Milli Hásıla’ya oranını yüzde 3’ün altına indirerek, Maastricht Kriterleri’ni yakalamak isteyen hükümet için bu fazla önemliydi. (Genellikle AB üyeliği için demokrasi ve insan haklarıyla ilgili olan Kopenhag Kriterleri’ni konuşuyoruz. AB üyeliğinin ekonomik çerçevesini belirleyen Maastricht Kriterleri’ni yakında daha çok konuşmaya başlayacağız.) Geçtiğimiz dönemde düşüklüğünden hep yakındığımız vergi gelirleri de yüzde 33.5 oranında arttı.

Ve bir önemli not daha: Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en büyük özelleştirme planını da geçtiğimiz bütçe döneminde uyguladı.

Sadece bunlar bile bir Maliye Bakanı’nın görevini hakkıyla yaptığını gösterebilir.

Ama gazetelerdeki haberler bununla sınırlı değildi. Maliye Bakanı’nın oğlu ve kızının işleriyle ilgili kamuoyunda şüpheler yaratan haberler de dün gazetelerin manşetlerinde, ekonomi sayfalarında geniş bir yer tuttu.

Belli ki Maliye Bakanı, bu söylentilerin yapmakta olduğu işleri gölgelediğinin, mesleki başarının önüne geçtiğinin farkında değil. Ya da bunları önemsemiyor.

Görebildiğim kadarıyla Maliye Bakanı’nın çocukları kendilerine yeni iş alanları yaratmak, iş kurmak konusunda oldukça başarılılar. Bu becerilerini göstermek için babalarının devlet görevini bitirmesini bekleseler hepsi için çok daha hayırlı olurdu.

Ben ne diyorum tamburam ne çalıyor!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, doğu illerinde görevlendirilecek hekim bulamamaktan yakınır ve bunun çaresini “doktor ithalinde” gördüğünü söylerken, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 218 uzman doktoru doğu illerinden batı illerine tayin etmiş.

Tam da başlıktaki halk deyişindeki gibi: Ben ne diyorum, tamburam ne çalıyor!

Bakan Recep Akdağ’ın, CHP Milletvekili Abdülkadir Ateş’in soru önergesine verdiği yanıtı bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.

Ortaya çıkıyor ki doğu illerinde doktor bulamamaktan yakınan iktidar, sadece kadrolaşma uğruna 218 uzman doktoru batıdaki büyük illere atamakta bir sakınca görmemiş.

Yapılan atamalardan ikisi Adana’ya, 3’ü Trabzon’a, geri kalanlar ise Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa’ya yapılmış.

Hükümet, hekimlere karşı toplumsal bir nefret yaratmaya çalışmak yerine, kadrolaşma derdinden kurtulsa ve mahrumiyet bölgelerinde çalışan hekimlere yeterli olanaklar sağlamaya çalışsa doktor ithaline de elbette gerek kalmayacaktı.