Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir mahalle baskısı itirafı

PROF. Dr. Binnaz Toprak’ın “Türkiye’de farklı olmak: Din ve muhafazakárlık ekseninde ötekileştirilenler” isimli son araştırması “mahalle baskısı” denilen şeyi elle tutulur hale getirdi.

Türkiye’nin “muhafazakárlaştırılması” projesinde en önemli ayağı bu mahalle baskısı oluşturuyor.

Binnaz Toprak’ın araştırması, İslamcı çevrelerde çürütülmeye çalışılırken Milli Gazete’de, o dünyanın önemli ismi Mehmet Şevki Eygi bakın neler yazdı: (22 Aralık 2008 tarihli yazısı.)

“Herkesin oruç tuttuğu bir taşra şehrinde yaşayan bir dinsizin, oradaki çoğunluğa saygılı hareket etmesi bir insanlık, vatandaşlık borcudur.

Mademki halk rahatsız oluyor, sokakta sigara içmeyecektir.

Müslüman lokantacıların, tatlıcıların, çaycı ve kahvecilerin ramazan ayında dükkánlarını kapatmalarından daha tabii ne olabilir.

İslam dini, mümin bir lokantacının ramazan gündüzünde yemek satmasını doğru bulmaz. Müslüman da bu kurala uyar.” Eygi, “toplumsal barış ve huzurun” ancak böyle korunabileceğini yazıyor.

“Yarın bu memlekete İngiltere’de olduğu gibi tam bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti gelirse”, ramazanda oruç tutmayanların, namaz kılmayanların “büsbütün çıldıracağını” söylüyor.

Eygi’nin ve benzeri İslamcıların demokrasiden anladıkları işte bu!

Öyle bir “özgürlük” tarif ediyor ki “ramazanda oruç tutmazsanız, namaz kılmazsanız, kurban kesmezseniz” bu tutumlarınızı saklamanız gerekecek.

Saklamazsanız, her türlü tepkiyi göze almanız lazım!

Siyasal İslam ile demokrasinin bir arada var olabileceklerini düşünenlerin kulakları çınlasın!

’O günler geçti Rıza Bey’

DÜN bu köşede “İmam hatip mezunu büyükelçi aranıyor” diye bir yazım yayımlandı.

Dışişleri Bakanlığı’nın kadrolarındaki boşluklara, bakanlıkta atanmayı bekleyen birçok diplomat olduğunu ancak Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın “inceliyorum” diyerek atamaları geciktirdiğini anlatmıştım.

Dün sabah gazetelere bakarken Güneş gazetesinin manşetinde yer alan bir söyleşi dikkatimi çekti.

Güneş yazarı Rıza Zelyut, Şam Büyükelçiliğimize gitmiş. Büyükelçi ile konuşmuş.

Elçilikte Atatürk fotoğrafı bulunmadığını, ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün imzalı fotoğraflarının yer aldığı bir köşenin bulunduğunu belirtiyor. O köşeyi gösteren bir fotoğraf da gazeteye basılmış.

Yazar, Büyükelçi Yaşar Halit Çelik’e, elçilik binasında neden Atatürk fotoğrafı olmadığını soruyor.

Aldığı yanıt şu: “Bu çağda Atatürk resmi ile uğraşmak doğru değil. Başka şeylere bakalım. Bu işleri aşmalıyız.”

Büyükelçi, Avrupa’da elçiliklerde devlet adamlarının fotoğraflarının olmadığını da iddia ediyor.

Ben gittiğim elçiliklerde böyle fotoğraflar gördüğümü hatırlıyorum.

Kral ve kraliçeleri saymıyorum. Mesela, Güney Kıbrıs Rum devletinin Atina’daki büyükelçilik binasının hemen giriş holünde insan boyu bir Makarios tablosu var!

Eminim ki her ülkenin ulusal kahramanının bir fotoğrafı mutlaka vardır.

Büyükelçi’yi tanımam. Dünya görüşü hakkında hiçbir fikrim yok. Bu makama kadar yükseldiğine göre eminim ki değerli bir diplomattır.

Ama belli ki o da kendisini “mahalle baskısı altında” hissediyor!

Baykal önce kendisine kızsın!

CHP Milletvekili Canan Arıtman’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün annesinin etnik kökeni ile ilgili yaptığı ima ve bununla yetinmeyin iddiasında ısrar etmesi tartışılıyor.

İnsanları etnik kökenlerine göre yargılamanın, daha çok yargıyı yapanı küçülteceğini biliyoruz.

Bence bu olayda sormamız gereken sorulardan biri de şu: Sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partide, böyle düşünceler nasıl yer bulabiliyor?

Yanıtı ise çok kolay: Tek seçicinin sayesinde!

CHP, sosyal demokrat parti olarak parti içi demokrasi kanalları açık bir parti olsaydı, böyle çıkışların hiçbiri bu partiden kaynaklanmazdı.

Partinin ilçe düzeyinden itibaren her kademesinde seçimler demokratik olur, adaylar parti politikası ve ideolojisi doğrultusunda sınanırdı. Bu sınamada sınıfta kalanlar elenir, daha yukarı mevkilere ve bu arada milletvekilliği gibi önemli makamlara demokratik eleğin üstünde kalanlar ulaşabilirdi.

Seçim, genel başkanın bir gün bir odaya kapanıp düşüncelere dalmasıyla yapılınca, sonuç da ister istemez böyle oluyor tabii.

Deniz Baykal’ın, Arıtman’ın bu çıkışına çok sinirlendiğini gazetelerde okudum.

Baykal, Arıtman’a kızmadan önce bu seçimleri nasıl yaptığını bir de kendisine sormalı!