HÜRRİYET

Bu sorun siyasetle çözülmez

TEMSİLCİLER Meclisi Komisyonu’nun kabul ettiği Ermeni soykırımı tasarısı, çok büyük olasılıkla, ABD yönetimi tarafından engellenecek ve gelecek yıl yeniden gündeme getirilene kadar uyutulacak.

Gelecek yıl bu vakitlerde yine aynı konuyu konuşuyor olacağız.


Bugüne kadar 17 ülkenin parlamentosu benzer bir kararı kabul etti.
Aralarında Yunanistan gibi “müttefikimiz”, Güney Kıbrıs gibi “varlığını kabul etmediğimiz”, Rusya Federasyonu gibi yoğun ticari ve toplumsal ilişkilerimiz olan ülkeler de var.


ABD’de de şu anda 41 eyalet Ermeni soykırımını kabul ediyor.

Değişik ülkelerin parlamentoları 1915 Ermeni tehcirinden kaynaklanan suçları “soykırım” olarak tanımladı diye dünyanın sonu gelmedi.


Çünkü buna karar verecek olanlar ülkelerin parlamentoları değil.


Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da böyle bir kararı verecek olan merci, usulüne göre kurulmuş bir uluslararası mahkeme olabilir.

Dolayısıyla “ABD, Ermeni tasarısını kabul ederse tazminat ödemek zorunda kalabiliriz” gibi boş lafları bir kenara bırakalım.

Çok açık ki bununla mücadele edebilmek, siyasi yollarla mümkün değil.


Meselenin özü, dünyanın birçok yerinde 1915 olaylarının “soykırım” olarak algılanıyor olmasında.

Yani sorun temelinde Ermeniler tarafından yürütülen geniş çaplı bir halkla ilişkiler faaliyetinden kaynaklanıyor. Mücadele o zeminde yapılmalı.


Ama önce sorunun yanıtını dürüstçe kendi kendimize vermemiz gerekiyor: 1915’te ne oldu? Bu topraklarda yaşayan Ermenilere ne oldu?

 

‘Mutabakat’ bazen gerekli, bazen değil!

 

ADALET Bakanı, “taş atan çocuklar ile ilgili” yasa tasarısının, “rafta dursun diye” hazırlanmadığını söyledi.

Hükümetin “Kürt açılımının” ilk adımı olarak ortaya attığı ama sonra gündeme getirmeye tereddüt ettiği yasa tasarısı için muhalefet ile görüşülecek ve “mutabakat” aranacakmış.

Gerçekten ilginç bir hükümetimiz var.


Anayasa’yı değiştirmek gibi çok daha kapsamlı bir meselede aranmasına gerek duyulmayan “mutabakat”, çok daha kolayca yapılabilecek bir yasa değişikliği için aranıyor!

Hükümetin açılımın önemli adımlarından biri olarak gördüğü bu sorunu çözebilmesi için TBMM’deki çoğunluğu yeterli.

Üstelik kamuoyunda da bu sorunun çözülmesi ve çocukların terör örgütünün elinden kurtarılabilmesi için geniş bir fikir birliği de var. Böyle bir konuda hâlâ “muhalefetle mutabakat” aranıyorsa, bunun siyasi bir tek anlamı olabilir: Hükümet, bu işi yapmaya o kadar da hevesli değil!

Hükümet “Kürt açılımı” fikrini ortaya attığında, bunun başı sonu düşünülmemiş, iyi hazırlanılmamış bir iş olduğunu söylediğimizde “yandaş iyimserler” çok sinirleniyorlardı.

Aradan geçen zaman eleştirilerin haklılığını ortaya koyuyor.

 

Her köye bir buharlı lokomotif!

 

TRENLE yaptığım Sibirya turunda dikkatimi en çok çeken şeylerden biri de geçtiğimiz her istasyonda bir tür “demiryolu müzesi”nin olmasıydı.

Müze dediysem, sözün gelişi tabii! Elbette büyük istasyonlarda “müze” sıfatını hak edecek böyle yerler var. Benim dikkatimi çeken şey, geçtiğimiz her küçük istasyonda etrafı demir parlaklıklarla çevrilmiş bir buharlı lokomotifin varlığıydı.

Siyah boyalı, önünde kocaman bir kızıl yıldız olan lokomotiflerdi bunlar.

İlk gün gördüğüm her lokomotifin fotoğrafını çekmeye çalıştım ama sonra baktım ki her yerde var, vazgeçtim.


“Her köye buharlı lokomotif projesi”
adını verdiğim bu durumun nedenini öğrendim tabii.


Bir liderin paranoyasının alabileceği boyutları göstermesi bakımından ilginçti
.


Stalin döneminde Rusya’da tam 9 bin adet buharlı lokomotif yapılmış
. Dizel lokomotiflerin yaygın olarak kullanıldığı, elektrikli lokomotiflerin ilk denemelerinin yapıldığı bir dönemde hem de!


Bir savaş çıkar da ülkenin petrol tesisleri bombalanır ve dizel lokomotifler kullanılamaz hale gelirse asker ve mühimmat sevkıyatı yapılamaz diye oturup 9 bin buharlı lokomotif yapmışlar!
Nasıl olsa kömür ve ağaç çok diye olsa gerek.

Ülkenin zenginliklerinin bu tür paranoyalara ve hiç kullanılmayacak silahlara harcanmasının, sistemin sonunu hazırlayan nedenlerden biri olduğunu da biliyoruz.

Benzeri bir paranoyayı Enver Hoca’nın Arnavutluk’unda da görmüştüm. Orada da neredeyse her evin bahçesinde bir tane “korugan” vardı, emperyalistler günün birinde Arnavutluk’u işgale yeltenirlerse kullanmak için yapılmış!

Şimdi ortada ne Stalin kaldı, ne Enver Hoca, ne de korumak için akıl almaz planlar yaptıkları rejimleri.


Dünyanın en iyi silah müşterilerinden olan Yunanistan ve Türkiye’nin yöneticilerine ders olacak bir tablo bu.


Paraların halkın refahına değil, silah şirketlerinin ürünlerine harcanması, sistemi ve ülkeyi korumuyor, tam tersine yıkıntının eşiğine getiriyor!