Densizlikler üzerinden muhalefet yapılmaz
AKP’li Aydın İl Genel Meclisi Üyesi’nin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı peygambere benzettiğinin söylenmesi, TBMM’nin karışmasına, kavgalara neden oldu.
Muhalefet partilerinin bunu neden gündeme taşıdığını anlayamadığımı söylemeliyim.
“Densizlik” ve “övgüde aşırıya kaçma” bu ülkenin genel bir sorunu.
Belli ki Aydınlı arkadaş da bu genel ortalamanın bir ürünü.
Sonu kavgaya varan tartışmayı izlerken, böyle bir benzetmeden en çok Başbakan’ın rahatsız olacağını düşünmüştüm.
Nitekim öyle de oldu. Başbakan Erdoğan, o sözü söyleyen AKP’linin istifasının isteneceğini, istifa etmezse ihraç edilmesi için disiplin kuruluna verileceğini açıkladı.
Kafayı bu türden garipliklere taksak, bu kadar aşırıya kaçmamış da olsa benzerlerini tüm siyasi liderlerimiz için bulmakta fazla zorlanmayız.
Doğulu toplum olmanın bir sonucu bu!
Muhalefeti bu türden saçmalıklar üzerinden yürütmek ise ne muhalefet partisine bir yarar sağlar, ne de iktidar partisine zararı olur.
Türkiye’nin bin türlü sorunu var. İşsizlik çığ gibi büyümüş. Küçük esnaf siftah yapamadan dükkânını kapatmak zorunda kalıyor. İşçiler sokaklara dökülmüş hak arıyorlar. Hükümet, dış politikada rüzgârın önünde savruluyor. AB konusunda sadece konuşuyor, kılını kıpırdattığı yok. “Kürt açılımı” diye ortalığı ayağa kaldırdı, o günden beri atılmış bir adım yok.
Böyle bir ülkede muhalefet yapmak için birkaç densizin söylediği söze ihtiyaç yok.
Muhalefet gerçek sorunların üzerinden yapılmalı ki hükümet de kendisine gelsin, memleketin sorunları için harekete geçsin.
Gelecek seçimlerde iktidara gelmek isteyen muhalefetin izlemesi gereken yol budur.
Bir ‘samimiyet’ sorunu var!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, etnik ve dini gruplara yönelik “milli birlik açılımı” projelerini anlatırken şöyle dedi:
“Bu ülkede etnik unsurlar içinde en büyük soruna sahip olan kitle Romanlardır. Bunu da içim, ciddi manada burkularak söylüyorum. Bugüne kadar gelenler bunları arayıp buldu mu? Bu ülkeyi yöneteceksen, her birinin sorununu dinleyeceksin.”
Bu konuşmasını okurken hep kafama takılan bir meseleyi yine düşündüm.
Ya Başbakan’ın konuşmalarını yazanlar bir hayal âleminde yaşıyorlar ve ülkede ne olup, bittiğini izleme gereği duymuyorlar. Onlara verilen görev sadece “iyi konuşma yazmak” ve sadece bununla ilgileniyorlar!
Ya da Başbakan başka şeyler düşünüyor, ülkenin değişik bölgelerini yöneten adamları, farklı şeyler yapıyorlar!
Başbakan’ın “içini burkan Romanların durumu” tam da böyle!
“Kentsel dönüşüm” gerekçesiyle, yüzlerce yıldır yaşadıkları mahallelerden sürülenler mi ararsınız, kendi kültürlerine tamamen aykırı “sosyal konutlarda” yaşamaya zorlananlar mı?
Hepsi bu ülkede yaşıyorlar, hepsinin başına ne geldiyse bu hükümet döneminde geldi, seslerini kimseye duyuramıyorlar.
Başbakan’ın içi gerçekten romanlar için buruluyorsa, yapacağı çok açık.
Gazeteleri okuyup, Romanların nelerden yakındıklarına bir bakması yeterli!
Hem bunu yapmayıp, hem de bu sözleri söylemek, “bir samimiyet sorunu” yaratıyor, ben söylemiş olayım.
Su boşa akmaz!
AKP’nin Karadeniz bölgesinde her akan suya onlarca hidroelektrik santrali kurma projesi, çok değerli bir doğa hazinesini yok edecek.
Geçenlerde İkizdere’de toplanan bölge çevrecileri bir “Su Meclisi” kurdular. Bununla ilgili haberi Atlas Dergisi’nin bu ayki sayısında okudum.
Hidroelektrik santralleri kurma projesinin gerisinde “sular boşa akıp gidiyor” düşüncesi var.
Türkiye Su Meclisi’nin tezi ise “suyun boşuna akmadığı”!
O dereler dünyanın en zengin faunasına ev sahipliği yapıyorlar.
Ayrıca bakın “su” ne işlere yarıyor:
Yarım kilo pirinç için 950 ila 2 bin 500 litre arasında su gerekiyor. 125 gramlık bir köfte elde etmek için ineği beslemeye yetecek tahılı yetiştirmeye de 11 bin 400 litre su gerekiyormuş. Pakistan, pamuk üretmek için Himalayalar’dan akıp gelen İndus Nehri’nden yılda 50 milyar metreküpe yakın su çekiyor.
Kuruttuğumuz her dere yatağı, her göl, geleceğimizi tehlikeye atıyor.
Türkiye’de muhalefetin bu tür hayati meselelere eğilmesi de gerekiyor!