Diktatörlük hevesini nasıl önleyeceğiz?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Brunei Sultanı’nı ziyaretinden dönerken uçakta başkanlık sistemi ile ilgili soruyu da yanıtladı.
Şöyle diyor:
“Ben illa ABD sistemi olsun demiyorum. Öyle çalışalım ki Türk sistemi olsun. Çok farklı sistemlerin bize faydalı yanlarını alalım. Kültürel ve toplumsal yapı farklılıkları nedeniyle uygulayamayacağımız yanlarını ayıklayalım. Katılımcı karar alma sistemi oluşturalım. Ama muhalefet tartışılsın bile istemiyor.”
Başbakan’ın bu sözleri bana hiç yabancı gelmiyor.
Bizim memlekette muhafazakâr söylem budur zaten: Bizim kültürel yapımız farklı, her şey bize olmaz, iyi olan yönlerini seçip de alalım!
Bu yüzden yarım yamalak bir demokrasimiz oldu, bu yüzden yargı hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız olamadı, bu yüzden dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir seçim barajına sahibiz!
Ama hadi diyelim ki bir an için bunu başarabildik, dünya üzerindeki anayasal sistemlerden en iyilerini bir araya getirip yeni bir sistemin mucidi olduk.
Bu seçimi nasıl yapacağız, AKP’nin bu konudaki fikri nedir? Hangilerini beğeniyor ve bize öneriyor, bilmiyoruz. Peki, o zaman neyin üzerinde tartışacağız?
Şu anda AKP’nin önerisi olarak bildiğimiz şey, başkanın meclis dışından hükümeti atayacağı, partisiyle ilişkisini kesmeyeceği, meclisin hükümeti denetleme mekanizmalarının kaldırılacağı, başkanın isterse meclisi feshedip seçime götürebileceğinden ibaret.
Kusura bakmasınlar ama bundan sadece diktatör çıkar, demokratik düzenin başkanı değil.
Tartışmaya başlamamız için önümüzde bugünkünden daha detaylı bir öneri olmalı.
TBMM hangi yöntemle seçilecek, başkanın partili olduğu bir düzende “parti disiplini” zorlaması nasıl önlenecek, milletvekilleri yine liderlerin iki dudağının arasında mı kalacak, seçim barajı olacak mı, yargıçlar ve savcılar nasıl seçilecek?
Kısaca rejimin bir diktatörlüğe dönüşmemesi için güçler ayrılığı mekanizması nasıl kurulacak?
Önce bunu söyleyin ki tartışmaya başlayacak bir noktamız olsun!
Helikopterler gerçekten çok mu eskidi?
SİİRT’te operasyona giderken düşen helikopterde 17 asker şehit oldu.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, kazadan sonra yaptığı açıklamada “S–70 Sikorsky helikopterlerinin metal yorgunu olmaları ve uçuş saatlerini doldurmuş olmaları ve ek olarak helikopter sayısındaki yetersizliklerle birlikte mevcut taşıma kapasitelerinin aşılarak kullanılması felaketlere davetiye çıkarmaktadır” dedi.
Türkiye’de en az tartışılan konu askeri harcamalar konusudur. PKK ile mücadele sırasında verilen şehitler nedeniyle zaman zaman bu konuda cılız sesler çıkıyor ama hepsi o kadar. Sorgulayabildiğimiz şey zırhlı araçların neden yetersiz olduğu, neden personelin hepsine çelik yelek verilmediği gibi meselelerden ibaret kalıyor.
Savunma bütçemizin ne kadarı silahlanmaya gidiyor, alınan silahlar memleketin gereksinimlerine uygun mu, hangi silah neden tercih ediliyor?
Bu hiç sorgulanmıyor.
Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi dışında TBMM bu konuyla ilgilenemiyor. Onda da ancak yüzeysel bilgiler ile yetiniliyor.
TBMM komisyonları aracılığıyla hesapta her şeyi araştırıp, soruşturuyor ama sıra savunma harcamalarına gelince büyük bir boşluk var.
Bu helikopterler eskidikleri, artık ömürlerini doldurdukları için mi düşüyor yoksa bilmediğimiz başka bir sorun mu var? Bu kadar para harcıyorsak helikopter sayısı neden yetersiz? Gerçekten helikopterlere taşıyabileceğinden daha fazla personel mi bindiriliyor?
TBMM bunları araştırmayacaksa neyi araştıracak?
Pazartesi soruları ve prestij meselesi
HER pazartesi günü bu köşede sorduğum sorulardan birinin muhatabı olan bir siyasetçinin danışmanı olan bir kişi, bir ortak arkadaşımıza geçen gün şöyle söylemiş:
“Her hafta aynı soruları sorup duruyor, kimsenin cevap verdiği yok. Prestijini artık iyice kaybetti, kimse ciddiye almıyor.”
Arkadaşım bunu bana aktarınca tebessüm ettim. Danışman belli ki “danışana” iyi bir hizmet vermiyor. “Kaybolan prestijden” söz edeceksek, sorulara yanıt vermeyenlerinkinden söz etmeliyiz aslında.
Neyse, bu onların sorunu, beni ilgilendirmez. Ama danışman arkadaşa önerim şudur ki açıklıktan zarar gelmez, bir yanıtları varsa iki satır karalayıp göndermek kimsenin saçının dökülmesine de yol açmaz!
Bu haftaki sorularımıza eşlik etmesi için seçtiğim şarkı “Pazartesi Sendromu” grubunun yaptığı bir “cover”! Tanju Okan’dan dinleyip sevdiğimiz “Koy, koy, koy” şarkısını yorumluyorlar. Youtube’da bulabilirsiniz.
Buyurun sorularımız burada:
1 – KPSS sorularını çalıp dağıtan çete neden hâlâ yakalanamadı? Başbakan, MİT ve Emniyet’e “Hemen yakalayın, dosyalarını da bana getirin” demişti ama tık yok. Bu çeteyi kim koruyor?
2 – Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast düzenleyeceği iddia edilen kişiler ve örgüt nerede? Neden açılmış bir dava yok? Suikast iddiası bir palavra mıydı, koruma polislerinin paranoyası mı?
3 – Suudi Arabistan Kralı’nın devlet büyüklerimizin eşlerine verdiği armağanlar neden zamanında beyan edilmedi? Hadi zamanında beyan ihmal edildi daha sonra bu eksiklik neden tamamlanmadı? Mücevherler nerede, hangi kasada bekliyor?