En baş savcı işbaşında
ÖYLE görünüyor ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gönlünde yatan aslan savcı olmakmış.
Deniz Baykal ile giriştiği söz düellosunda kendisini zaten “Ergenekon savcısı” ilan etmişti. Ama doğrusunu isterseniz, bunun tekil bir olay olduğunu düşünüyordum, son örnekler de ortaya koyuyor ki değilmiş!
Hoşuna gitmeyen bir gösteri mi oldu, polise talimat yağıyor: “Durdurun, dağıtın, yakalayın!”
Birisi bir açıklama mı yaptı, mahkemelere sesleniyor, “Atın içeri”!
Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında da yetkisi olan bir savcı! Kıbrıs’taki göstericilerin de hemen yakalanıp içeri tıkılmasını istiyor.
En son müzekkereyi Süheyl Batum için yazdı. “Ordu kâğıttan kaplanmış” dediği için cezalandırılmasını istiyor!
Türkiye’de sözünün nereye gideceğini bilmeden ve düşünmeden konuşan siyasetçileri cezalandırmaya kalksak, elde başbakanlık yapacak politikacı kalmayacağı gerçeğini ihmal ediyor!
Oysa politikacıların söyledikleri sözler nedeniyle yargılanmamalarını savunanların başında gelen de kendisi.
Mesela geçenlerde kendisi de bir polis eşine askerlik konusu ile ilgili olarak “Seninki yırttı mı” diye sordu.
“Vatan görevinden” muaf olmayı “o işten yırtmak” gibi gördü. Elbette kimse bu sözünü ciddiye almadı. Her zamanki gibi “amacını aştığını” düşündük, geçtik!
Ama kendisi gibi bir savcı olsaydı, Allah korusun “Halkı askerlikten soğutmak” gerekçesiyle hakkında dava bile açabilirdi!
Başbakan’ın biraz daha sakin olması gerek. Sinirlerine hâkim olmalı, herkesi cezalandırmak isteyen bir görüntü vermemeli. Sonra hakkındaki “algı” değişiyor, ben söylemiş olayım.
Çözülme başlayınca her şey ortaya çıkar
DÜNKÜ Hürriyet’in birinci sayfasındaki bir başlık, polis devleti kurup herkesi korku altında susturarak iktidarda kalanların akıbetlerini özetliyordu.
Başlık “El Ahram da sattı” şeklindeydi. El Ahram, biliyorsunuz Mısır’ın “yarı resmi” diye nitelenen gazetesiydi. İktidarın istemediği görüşler ve haberlere yer vermez, yazdığı yorumlar Mısır hükümetinin resmi görüşü gibi algılanırdı.
El Ahram da Mısır’daki gösterilerde muhalefeti desteklediğini açıklamış, haber buydu.
Bu işler böyle yürür zaten.
Mutlak iktidar sahiplerinin gücü kuvveti yerindeyken kimsenin sesi çıkmaz. Ses çıkaranlara hep birlikte yüklenmek de âdettendir.
Ama o güç sallanmaya başladı mı, birer birer dökülürler.
Memurlar çekmecelerinde sakladıkları belgeleri yavaş yavaş ortaya dökerler. İşadamları “ödedikleri rüşvetlerden” söz etmeye başlarlar.
Çözülme başladığı zaman bunu durdurmaya kimsenin gücü yetmez.
En sonunda “rejimin bekçisi” sayılanlar bile gemiyi terk ederler ve otoriter lideri tek başına bırakıp karşısına geçerler.
Dünyanın her yerinde böyle oluyor, Mısır’da da böyle oldu, Tunus’ta da, yakında başka Arap diktatörleri de aynı senaryoyu yaşayacaklar.
Yani diyeceğim şu ki kimse bugünkü gücüne bakarak her şeyi yapabileceğini zannetmesin.
O güç önünde sonunda elden gitmeye başlar ve bunu ilk hissedecek olanlar da geçmişte o gücün arkasında ve yanında olanlar olur.
Çözülme bulaşıcı bir hastalık gibi yayılır, o güne kadar gizli kalmış her şey ortaya dökülür.
Otoriter bir yönetim kurmayı hayal edenlerin akıllarında tutmaları gereken birinci husus bence budur!
Bu kadar demokrasi ‘Doğu için yeterli’!
BATILILAR, Mısır’a Türkiye’deki demokrasiyi örnek gösteriyorlar diye genel bir sevinç havasının hâkim olduğunu gözlüyorum.
Yaptığı her şeyi Batılılara sevdirmek zorunluluğu hissetmek, Batı tarafından Doğu’ya dayatılmış bir komplekstir diye düşünüyorum.
Türkiye’nin, Mısır’a örnek gösterilmesinin yarattığı bu sevinç dalgasını da böyle karşılıyorum.
Üzülerek söylemeliyim ki bu “bon pour l’orient” diye tanımlanabilecek bir örnek. “Doğu için iyidir” anlamına geliyor, “Doğu için bu çoktur bile” gibi aşağılayıcı bir nüans da taşıyor.
Yeni ABD Büyükelçisi’nin “Türkiye’deki demokrasinin durumu” ile ilgili yorumlarına bakınca, bu örnek göstermenin “bon pour l’orinet” bir duruma karşılık geldiğini düşünüyorum.
Büyükelçi Ricciardone, ABD Kongresi’ndeki onay oturumunda bakın ne demişti:
“Türkler özellikle medya özgürlüğü gibi haklar da dahil olmak üzere insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında daha çok ilerleme sağlanmasını talep ediyorlar.”
Geçenlerde de ATAA, TADF ve TAA isimli Türk-Amerikan çatı kuruluşlarının onuruna verdiği resepsiyonda gazetecilere şunu söyledi:
“Türkiye’de sorunlar tabii ki var. Medya, olmak istediği yerde değil, Türk halkı da özgürlükler açısından olmasını istediği yerde değil. Sadece yazılı ve standart görsel medyayı kastetmiyorum, yeni medyayla alakalı söylüyorum.”
Geçtiğimiz cumartesi günü New York Times’ta yayımlanan ve Mısır’a, Türkiye’yi örnek gösteren makalede de aynı konunun altı çiziliyor.
“Türk demokrasisi örnek oldu” diye sevinenlerin, bu yorumları gözlerinden kaçırdıklarını ya da duymak istemedikleri için görmezden geldiklerini düşünüyorum.