Füze sistemi Yunanistan’a karşı mı?
BEN ABD’ye geldim, Başbakan Türkiye’ye döndü.
Böylece burada da buluşamadık. Ama sanıyorum ki bu nedenle üzülecek kimse olmayacak.
Başbakan’ın ABD dönüşü basın toplantısında söylediklerini internetten okudum.
Başbakan 7-8 milyar dolar tutarında bir füze koruma sistemi alınması ile ilgili olarak “Henüz kesin bir şey yok” diyor. Bu iyi bir durum! Henüz kesinleşmediğine göre konuyu etraflıca tartışmamız ve böyle bir alımın gerçekten gerekli olup olmadığını anlamamız mümkün olacak. Ancak Başbakan’ın sözlerinden çıkardığım, alacağımız sistemin esasen Yunanistan’a karşı bir “savunma amaçlı” sistem olduğu yolunda. Çünkü Başbakan, “Yunanistan’da altı tane füze rampası var, bizde buna karşı bir şey yok” diyor. Oldukça ilginç bir açıklama. Yunanistan ile aynı askeri savunma organizasyonu içinde bulunuyoruz. Adına NATO diyorlar. Yani bir saldırı onlara olursa biz, bize olursa onlar yardıma koşacak. Ama şimdi biz, kendimizi Yunanistan’dan korumak için çok büyük bir bütçeyi, sağlıktan, eğitimden keserek silah tüccarlarına vereceğiz.
Öte yandan Yunanistan, AB üyesi ve biz de AB’ye tam üyelik müzakereleri sürdürüyoruz. Yani bu işin sonunda başarılı olursak, tıpkı Yunanistan gibi biz de bazı egemenlik haklarımızı bir üst organ olan AB’ye devredeceğiz.
Bu durumda birbirimize karşı silahlanmamız, Teksas eyaletinin kendisini Virgina’dan korumak için silahlanması durumuna benzeyecek.
Yani neresinden bakarsanız bakın iki taraf için de aptalca bir harcama bu. TBMM’de yakında bütçe görüşmeleri başlayacak. Bu konunun oradan başlayarak etraflıca konuşulmasında yarar var.
Basın özgürlüğü ve Azerbaycan protestosu
AZERBAYCAN, bir Türk televizyon ekibinin Ermeni işgali altındaki Dağlık Karabağ’a, tanınmayan Karabağ yönetiminden vize alarak gitmesini protesto etti.
Bunu hiç yadırgamadım.
Sadece Azerbaycan’da değil, bütün eski Sovyetler Birliği coğrafyasında, gazetecilerin hükümetlerden bağımsız olarak hareket edemeyeceklerine ilişkin yaygın bir kanaat var çünkü.
Bu durum, büyük ölçüde kendi deneyimlerinden kaynaklanıyor ve hükümetin izni olmadan gazetelerde, televizyonlarda bu tür haberler yayımlanamayacağı düşünülüyor. Buna verilmesi gereken yanıt da çok açık: Türkiye’de basın, hükümetten bağımsızdır, özgürdür, biz karışamayız!
Türk Dışişleri Bakanlığı da dolaylı olarak böyle söylüyor ve bu hareketin basın özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Ama açıklamada şöyle bir cümle var ki anlayabilmek de mümkün değil: “Basın mensuplarımızın bu tutumu Türkiye’nin politikalarıyla bağdaşmamaktadır ve hiçbir şekilde yasal değildir.”
İşte buna çok takıldım: Bu davranışın hangi yasamıza aykırı olduğu konusuna yani!
Bunca yıllık gazeteciyim, Türkiye’nin dış politikasıyla bağdaşmayan tutumların, yasa dışılığı ile ilgili bir yasal düzenleme hatırlamıyorum.
Dışişleri Bakanlığımızın bu konularla görevli personelini sıkı bir eğitime almakta yarar görüyorum.
Sansürü hortlatma çabaları
KADIN ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Elazığ’dan Diyarbakır’a giderken bir gazetecinin sorularına muhatap olmuş. Gazetecinin kim olduğunu, nerede çalıştığını merak ettim. Sorduğu sorular, bana Vakit, Zaman, Yeni Şafak gibi bir kurumda çalıştığını düşündürttü,
Bakın sorduğu iki soru şöyle:
“Televizyonlarda yayımlanan bazı Türk dizilerinde Türk aile yapısıyla bağdaşmayan görüntüler yayımlanıyor. Bununla ilgili bir çalışmanız var mı?” “Kitaplardan uyarlandığı iddia edilen diziler var. Ama okuduğunuzda o kitaplarla çok fazla alakası olmadığını görebiliyorsunuz. Bunlarla alakalı (Bu görüntüler kaldırılsın, istemiyoruz) yönünde tepkiler aldınız mı?”
Bakan Hanım da bu çanak soruları kaçırmamış tabii.
Bu konuyla ilgili bir hazırlık içinde olduğunu, yakında kamuoyu ile bunları paylaşacağını söylüyor ve yayınların kontrol edileceğini, şifreli yayımlanmalarının sağlanacağından söz ediyor.
“Uyarlamaların olumlu mesajlar verme şeklinde yapılması gerektiğini” söylüyor.
Selma Aliye Hanım, belli ki çok eskilerde kalmış bir dünyanın özlemi içinde. İnsanlara neyi seyredip, neyi seyredemeyeceklerinin söylenmesine ve bunu yapanın kamu otoritesi olma durumuna “sansür” diyoruz.
Bir parçası olmaya çalıştığımız AB’de de böyle deniliyor, dünyanın demokrasiyi tercih etmiş öteki ülkelerinde de böyle deniliyor.
Bakan Hanım, elbette yapılan dizilerden memnun olmak zorunda değil. Bu durumda yapması gereken sansür uygulamalarına yönelmek değil, aile yapısını güçlendirecek kampanyalar ve o aile yapısını koruyacak mekanizmaları harekete geçirmek olmalıdır. Türkiye’de eski aile yapısı çözülüyorsa bunun nedeni televizyon dizileri değil, ülkenin bugün içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durumdur.Onu düzeltmek işi de herhalde öncelikle hükümete düşen bir görevdir.