Gevezeliği sevmenin olağan sonucu
DÜNYANIN her yerinde diplomatların bir işi de bulunduğu ülke ile ilgili bilgi toplamaktır.
Bunun için James Bond olmalarına gerek yok. O tür işleri yapanlar da vardır ama normal bir diplomat, bulunduğu ülkenin önde gelen siyasetçileri, gazetecileri, sivil toplum kuruluşlarının önderleri ve bilim adamları gibi insanlarla konuşur. Görevli olduğu ülkenin tam bir fotoğrafını çekmeye çalışır. Edindiği bilgi ve izlenimlerini de bir rapor ile bağlı bulunduğu bakanlığa gönderir.
Bu nedenle ben şahsen yabancı diplomatlarla mümkün olduğunca konuşmam. Çok mecbur kalırsam da havadan, sudan, balıktan, kuştan söz etmeye çalışırım.
Ama WikiLeaks belgeleri ortaya koydu ki Türkiye’de çok “geveze” var!
Bakanlar, milletvekilleri, gazeteciler, danışmanlar ortaya çıkıyor ki ABD’li diplomatlarla bol bol sohbet etmişler.
Ne kadar bilgili ve önemli olduklarını göstermek için de bazı konularda kendilerini kaybedip bolca salladıkları da anlaşılıyor.
Bu arkadaşları televizyonlardaki tartışmalarda filan da görüyoruz demek ki sadece kendilerini sadece karşılarında kamera görünce kaybetmiyorlar, yabancı bir diplomat da aynı etkiyi yaratabiliyor.
Yani Türkiye ile ilgili o değerlendirmeleri yapanlar esasen ABD’li diplomatlar değil, Türkiye’nin gevezeleri.
Onların anlattıklarını, berikiler yazıp rapor haline getirmişler, aldıkları maaşları hak ediyor görünmek için, terfi edebilmek için vs.
Şu ana kadar sızan belgelerden anlaşıldığı kadarıyla da şampiyonluk AKP’li danışman ve bakanlara gitmiş görünüyor.
Aksi takdirde Başbakan’ın üstün meziyetleri, CHP’lilerin “seçkinci beceriksizler” olduğu, raporlara nasıl yansıyabilirdi?
Ben bu dedikodulara inanmam
ABD Büyükelçiliği’nin belgelerinde yazılı olan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsviçre’de 8 ayrı gizli hesabı olduğuna ilişkin bilgiyi ciddiye almadım.
Bir kere niye sekiz tane de daha az ya da daha çok değil? Bana pek mantıklı gelmedi. Hesap sayısı arttıkça yakalanma riskinin artma olasılığını unutmamak da gerek.
Ama inanmama nedenim bu değil tabii.
1975 yılında gazeteciliği başladığımdan bu yana geçmiş Başbakanlar ve bakanlar ile ilgili böyle çok iddia duymuşluğum vardır.
O kişilerin görevlerinden ayrıldıktan sonraki yaşamlarına bakınca o dedikoduların doğru olmadığını görmeme yetecek bir süredir bu işteyim yani!
Başbakan düzeyine gelmiş bir kişinin ihalelerden vs böyle büyük miktarlarda rüşvet alabileceğine inanmam. O makama gelmiş bir siyasetçinin böyle bir işin peşine düşmeyeceğini bilirim çünkü onları o makamlara taşıyan asıl saik liderlik hırsıdır, para hırsı değil.
Onlar kendileri doğrudan zenginleşmezler ama bu makamın olanaklarını kullanmaya hevesli yakınları zenginleşebilirler, bunun örnekleri var, bunu da ihmal etmem.
Bazı başbakanlarımızda kendine bağlı yeni bir zengin sınıfı yaratma isteği de bastırılamayacak bir duygudur, onu da unutmamak gerek.
İktidarların değişmesinden bir süre sonra ortaya çıkmaya başlayan yeni zenginlerin nedeni budur.
Devletin işleri yandaşlara verilir ya da o işlere talip olanlara yandaşlar ile ortak olmaları tavsiye edilir, zenginler böyle yaratılır.
Bu yolla zengin olanların da eli armut toplayacak değil ya? Gerektiğinde dar anlarda dostlar birbirine yardım etmeyecekse kim edecek? Bizde işler böyle yürür, onun için de İsviçre’de gizli hesap açtırmak da gerekmez.
Tabii her yandaş işadamı zengin olacak diye bir kural da yoktur. Bazısı iş bilmezliğinden batar, bazısı parayı görünce aklını kaybettiğinden batar, bazısı da velinimet rica etti diye zarar edeceği baştan belli işlere girer batarlar.
Bizde işler böyle yürür, sonradan kurulma kabile devletleriyle, üçüncü dünya diktatörlükleriyle karıştırmamak gerekir.
‘Pardon’ demekle geçiştiremezsiniz
SİNCAN 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile bir yargıç arkadaşının otel odalarının basılması “Pardon, bir hata oldu” ile geçiştirilebilecek bir durum değildir.
Polisin iddiasına göre otel odasında fuhuş yapıldığı ihbar edilmiş, kokain de işin içine karıştırılmış.
Polis de videosunu almış, Fethullahçıların haber ajansına haber verilmiş ve otel basılmış!
İhbarı neden ciddiye almışlar?
“Fuhuş ihbarı” nasıl bir ihbar? Türkiye’de fuhuş yapmak suç değil. Türk Ceza Kanunu, sadece fuhşa teşviki bir suç olarak tanımlıyor ve cezalandırıyor.
Kadın satıcıları, kadınları çaresizliklerinden yararlanarak fuhşa zorlayanlar, bunun için yurt dışından kadın getirenler gibi insanları cezalandırıyor.
Demek ki gerekçe “fuhuş ihbarı” olamaz.
Geriye kalıyor “kokain” ihbarı.
Bu türden her ihbarda Antakya polisi bir yerleri basıyor mu? Baskına izin veren savcı, ihbarın neden ciddiye alındığını araştırıp da mı karar vermiş? Savcılık baskından önce odada kalanların GBT’sine baktırmış mı?
Yoksa o da polisten gelen her talebi araştırmadan kabul mü ediyor? Eğer öyleyse kim kimin emrinde, bunun izah edilmesine de ihtiyacımız var?
Çok açık belli ki burada iki yargıca karşı girişilmiş bir itibarsızlaştırma girişimi var ve bu kişilik haklarının ihlaline dönüşen bir suç.
Ve bunun örgütsüz olabilmesi mümkün değil o nedenle de ağır bir suç.
Bakalım vatandaşların temel haklarını savunmak için o görevlerde bulunan savcılar, bu suçun nasıl ve kimler tarafından işlendiğini açığa çıkarabilecekler mi?