Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hacıhüsrev’de Felluce manzaraları

GEÇTİĞİMİZ hafta İstanbul’un Hacıhüsrev semtinde polis tarafından bir operasyon yapıldı.

“Bahar Temizliği” adı verilen operasyona 1500 polis katıldı. Operasyonla ilgili fotoğrafları gazetelerde görmüş olmalısınız. Silahlı, çelik yelekli, kar maskeli polisler evlere girmiş, insanları yere yatırmış. 15 kişi gözaltına alınmış, ancak kaçının tutuklandığı belli değil. Aranan dört suçlu da ele geçirilmiş.

Adı Hacıhüsrev de olsa bir mahalleye karşı böyle topyekûn bir operasyon düzenlenmesi biraz “Felluce tadında” olmuş gibi geldi bana.

Suçlu olup olmadıkları bilinmeyen, haklarında özel bir soruşturma yürütülmeyen insanları çocuklarının gözlerinin önünde itip kakmak, yerlere yatırmak demokratik bir düzende karşılaşılabilecek bir durum değil.

İstanbul’u dört kamyon bombayla harabeye çeviren, onlarca vatandaşımızı öldüren teröristlere karşı yapılan operasyonlarda polisin evlere girerken ayakkabılarını çıkarma nezaketi gösterdiğini hatırlıyorum da bu iki görüntüyü bir araya getirmekte zorlanıyorum.

İstanbul’un ciddi bir asayiş sorunu olduğu ve İstanbul Emniyet yetkililerinin iyi niyetle bu sorunu çözmeye çalıştıklarını biliyorum elbette.

Ama bu tür baskınlar önceden yapılmış doğru istihbaratla ve sadece suçlulara karşı yapıldığında hoş görülebilir.

Bazı suçlularla aynı mahallede yaşamak zorunda kalanların hepsine suçlu muamelesi yapmak bir hukuk devleti için kabul edilebilir bir tutum olmamalı.

Dikkat! Telefonunuz dinleniyor

BAŞBAKAN Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, dün Sabah’ta yayımlanan söyleşisinde şöyle bir söz söylemiş: “Başbakan en son grup toplantısının kapalı bölümünde ’Hata yapan kim olursa olsun gereğini yaparım. O nedenle herkes kendisine dikkat etsin. Telefonlarınız bile dinleniyor. Dikkat edin’ gibi daha önce pek duymadığım bir uyarıda da bulundu.”

Bu sözü söyleyen bir başbakan, gazeteci bir arkadaşımıza da bu sözleri aktaran bir başbakan yardımcısı olduğuna göre ciddiye almamız gerekiyor.

Bu sözün söylendiği yer sadece AKP milletvekillerinin katılabileceği “kapalı” bir grup toplantısı. Demek ki “Telefonlarınız dinleniyor” denilen kişiler de AKP’li bakanlar ve milletvekilleri.

Haberleşme özgürlüğü, anayasa tarafından güvence altına alınmış bir özgürlük.

Telefonların dinlenmesi ancak mahkeme kararıyla ve özel durumlar için mümkün.

Yasama dokunulmazlığına sahip milletvekillerine karşı bu tür bir mahkeme kararının verilebiliyor olması mümkün değil.

Buradan yola çıkarak Başbakan’ın sözünü ettiği “telefon dinlemelerin” yasalarda özel durumların oluşması koşuluyla izin verilen dinlemeler olamayacağı sonucuna varıyorum.

Demek ki Başbakan “yasadışı dinlemeler” yapıldığından kuşkulanıyor.

Yasadışı telefon dinlemeye karşı önlemler alması gereken kurumlar hükümete bağlı. Başbakanlığın, Ulaştırma, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları’nın yasadışı telefon dinleme girişimlerine karşı kendi milletvekillerini bile koruyamadıkları bir ülkede biz sıradan vatandaşlar kime güveneceğiz?

’Kadrolaşma var’ mı dediniz?

EKONOMİK konulara siyasi önyargılarıyla yaklaşmayanların ortak düşüncesi eski Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin görev süresinin uzatılmasının doğru olacağı yönündeydi.

Ancak hükümet bunu yapmadı ve yerine Serdengeçti döneminin başkan yardımcılarından birisini atamaya karar verdi.

Bu durum aslına bakarsanız hiç de yabancısı olmadığımız bir uygulama.

Sadece AKP hükümeti değil, ondan önceki hükümetler de üst görevlere getirilecek bürokratların atamalarında aynı yolu izledi. Yüksek bürokratların görevden alınma ya da atanmalarında ana fikir “siyasi yakınlık” oldu. “Mesleki bilgi ve yönetim becerisi” bu konuda hiçbir zaman referans alınmadı.

“Devlette kadrolaşma” iddiası sadece bugünün değil, tüm geçmiş zamanların da konusuydu.

Bu nedenle AKP hükümetinin tutumunu hiç yadırgamıyorum. İktidarda olduklarında benzer uygulamaları yapmakta hiç tereddüt etmeyecek olanların “Devlette kadrolaşma var” feryatlarını da bu nedenle ciddiye almıyorum.

Merkez Bankası Başkanlığı’na atanmak istenen kişinin eşinin türbanlı olması da bu gerçeği değiştirmiyor.

Bakmamız gereken asıl konu Başkan’ın eşinin kılığı-kıyafeti değil, atandığı görevi hakkıyla yerine getirebilecek kadar bilgi ve yönetim tecrübesine sahip olup olmadığıydı.

Ancak tartışmalarda bu konu hiçbir zaman gündeme getirilmedi, çünkü hepimiz siyasetle aklımızı bozmuş durumdayız.

Ve şunu unutuyoruz: İktidarda oldukları dönemlerde devlet kadrolarını partililerle dolduran, üst görevlere sadece partiye yakın bürokratları atayan hükümetlerden hiçbiri iktidarda kalmayı başaramadı.

AKP’nin de bu sürecin dışında kalması için nasıl bir sebep var?