Kulaktan kulağa 15.5 santimetre!
ANTROPOLOG Prof. Dr. Yaşar İşçan “saf Türklerin” kafatası ölçülerini şöyle açıklıyor: Kafanın üzerinden ölçülmek suretiyle kulaktan kulağa 15.5 santimetre. Burun ucundan enseye kadar da 18.2 santimetre.
Prof. İşçan bu ölçüye uyan, yuvarlak kafataslıların “saf Türk” olduklarını, geri kalanların melezleştiklerini iddia ediyor.
Prof. İşçan bu haftaki Tempo Dergisi’ne “saf Türklerin” özelliklerini de açıklamış: “Soğuğa ve kötü hava şartlarına dayanıklı, atletik vücutlu, kısa boylu insanlar.”
Bu durumda Türkiye’de “saf Türk” bulmak gerçekten zor olmalı.
Bir kere çoğumuzun kafası yuvarlak değil, yassı. Gerçi bunun bebekken sırtüstü yatırılmaktan kaynaklandığını zannediyordum ben ama işin içine bilim girince bir şey söylenemiyor tabii.
“Soğuğa ve kötü hava şartlarına dayanıklılık” faslına gelince durum daha vahim:
Bizde “banyo yaptıktan sonra ıslak saçla sokağa çıkmak” başlı başına bir hastalık nedeni sayılır çünkü. Kim bilir, belki de temizlik dokunuyor bize!
Buzlu su içmek de bizde hastalık nedeni sayılır. “Cereyanda kalmak”, “klimalı ortamda yaşamak” da.
İşin şakası bir yana, bu çağda hálá böyle şeylerle uğraşmak da “bilimden” sayılıyor demek ki Türkiye’de.
Eski bir film yeniden vizyonda
DÜN Hürriyet yazı işleri toplantısında sunulan gündemi okurken bir an için kendimi “tarihte bugün” köşesini okuyormuş gibi hissettim. Bir Gazi Üniversitesi öğrencisi yirmi kişilik bir grubun saldırısına uğramış, saçlarından sürüklenip tekmelenmiş ve iki kolu birden kırılmış. Aynı öğrenci daha önce de okulda saçlarının uzunluğu nedeniyle tacize uğradığını anlatıyor.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nin kantininde de biri kız iki öğrenciye saldırılmış. Saldırının nedeni “siyasi görüş ayrılığı” olarak açıklanıyor. Fen Fakültesi’nde de afiş asan öğrencilere saldırılmış. Olayın nedeni yine siyasi görüş ayrılığı. Bir süre önce de eli bıçaklı kişiler Ziraat Fakültesi’ni basmışlardı.
Son aylarda böyle irili ufaklı birçok olay meydana geliyor üniversitelerde Önce bir grup diğerine saldırıyor, sonra öbür grup protesto gösterisi yapıyor, sonra bir başka grup afiş asıyor, onlar bunlara saldırıyor, bunlar onları dövüyor.
Belli ki 30 yıl önce seyrettiğimiz bir oyun ufaktan ufaktan yeniden vizyona giriyor O yılları olayların göbeğinde yaşamış bir kişi olarak gayet iyi biliyorum ki her iki taraftaki gençler de ne yapmakta olduklarının, kimlerin amacına hizmet etmekte olduklarının farkında değiller. Ülkelerini gerçekten seviyorlarsa yapmaları gereken öncelikli işin iyi bir eğitim görmek ve birbirlerine hoşgörüyle bakmak olduğunun farkında bile değiller. Bizlerin o zaman yaptığımız hataların bedelini Türkiye 12 Eylül ile ödedi. Gencecik yaşta ölüp gidenler ise bedellerin en ağırını ödediler. Bu olayları küçümseyip görmezden gelmek eğiliminde olan üniversite yönetimleri ve hükümet aklını başına bir an önce almalı.
Türkiye bir kez daha okusun diye üniversiteye gönderilen gençlerinin ardından ağlamak zorunda kalmamalı.
Pilotlar istedikleri yerde çalışamaz mı?
TÜRK Hava Yolları ile özel havacılık şirketleri arasında krize yol açan “pilot transferi” konusuna Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım el koymuş.
Varılan anlaşmaya göre 1 Nisan 2006’dan sonra görevlerinden ayrılan pilotlar, THY tarafından kabul edilmeyeceklermiş. Kasım ayına kadar pilot transferi yasaklanmış.
Pilotların bağlı olduğu sivil toplum kuruluşları bu işe ne derler bilmiyorum ama yapılan, Anayasa’nın açıkça çiğnenmesi gibi geldi bana.
Anayasa’nın 48. maddesi “Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir” demiyor mu?
Rekabet Kanunu da şirketler arasında bu tür “anlaşmalı hareketlere” izin vermiyor olmalı.
Karar belli ki özel hava yolu şirketlerini korumak için alınmış.
Türkiye gibi bir turizm ülkesinde özel hava yolu şirketleri elbette desteklenmeli. Ancak bu yapılırken çalışanların haklarını korumak da ihmal edilmemeli.