Maydanoz deyip de geçmemek gerek!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün gazetecilerin sorularını yanıtlarken muhalefetin terörle mücadele konusunda işbirliği yapmamasından yakındı.
“Bizde maalesef muhalefet, iktidarı nasıl zayıf düşürürüz diye elinden gelen gayreti gösteriyor. Sağ olsun medya aynı şekilde nasıl bu konuda biz bu işe maydanoz oluruz, bunun gayreti içine giriyor” dedi.
Doğrusunu isterseniz muhalefet partilerini ve izledikleri politikaları ben de pek beğenmiyorum, onun için bu tartışmaya girmeyeceğim.
Ama “medyanın bu işlere maydanoz olması” meselesi beni doğrudan ilgilendiriyor.
Aslında sadece beni değil, bu ülkede demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yaşamasını isteyenleri de ilgilendiriyor olmalı.
Maydanoz, özellikle çocuklar tarafından pek sevilen bir “ot cinsi” değildir. Kendi başına da pek anlam ifade etmez, elbette kebap yemiyorsanız! Ama içine konulduğu, yani “maydanoz edildiği” yemeklere rafine bir lezzet katar ki bazı yemeklerde olmaz ise olmaz bir şeydir!
Başbakan’ın bu olumsuz ifadeyi kullanırken o zarif otsu bitkiyi kastettiğini zannetmiyorum. O sözlükteki anlamı ile kullanmaya çalışıyor. TDK Deyimler Sözlüğü şöyle tanımlamış: Olur olmaz her işe karışmak!
İşte Başbakan ile “demokratik bir ülkede medyanın yeri ve görevi” konusundaki fikir ayrılığımız burada yatıyor.
Başbakan’a göre, medya öyle her işe karışmamalı, izin verilen konulara girmeli, hükümet ne diyor onu yazmalı, gerisine “maydanoz olmamalı”.
Başbakan, demokratik bir ülkede, özgür medyanın her şeye “maydanoz olması gerektiğini”, zaten medyadan beklenen görevin de bu olduğunu kabul etmek istemiyor.
Demokrasiden anladığı tek şey seçimle iş başına gelenin canının istediği her şeyi yapabileceği!
Ben buna “Putinleşme sendromu” diyorum ama bunu deyince “Acaba Rusya’ya da mı maydanoz oluyorum” diye endişeleniyorum!
Her sabah okuyup bir kez daha utanalım
AMERİKA ’da sokaklarda, mağazalarda, lokantalarda çok sayıda engelli ile karşılaşıyorum.
Önemli kısmı başka birisinin yardımına ihtiyaç duymadan tek başına dolaşabiliyor.
Dün kızımın okuluna yakın bir metro istasyonunda beklerken elinde beyaz bastonuyla, 60 yaşlarında görmeyen bir kadının kimseye bir şey sorma gereği duymadan gelip, trene bindiğini de izledim.
Bu medeniyet ile ilgili bir durum. Her şey engellilerin de toplumun bir parçası olduğunun kabulüne göre düzenlenmiş. Lokantalarda özel engelli tuvaletleri bile var. Kaldırımlar, belediye otobüsleri, mağaza giriş çıkışları, otoparklar, kısaca aklınıza gelebilecek her “engel” kaldırılmış ki o insanlar da toplumsal yaşamdan soyutlanmasınlar.
Bu konuyu bizim belediye başkanlarına bir kez daha hatırlatmak için yazmayı düşünürken Hürriyet’in internet sitesinde bir haber okudum ve utandım.
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı bir araştırma yapmış. Buna göre Türkiye’de yaşayan engellilerin yüzde 65’i tanımadığı kişilerin alay, aşağılama gibi davranışlarına maruz kalıyor!
Sonuçları Bakan Selma Aliye Kavaf açıklamış: Engellilerin yüzde 47’si kamu görevlilerinin kötü muamelelerine maruz kalıyor. Yüzde 41.8’i de kamu kurumlarında ya da bankalarda görevlilerin ayrımcı davranışıyla karşılaşıyor.
Araştırmaya göre, en fazla ayrımcılığa uğrayan engelli grubunun başında yüzde 35.7 ile zihinsel engelliler geliyor. Zihinsel engellileri yüzde 21.3 ile işitme engelliler, yüzde 20.6 ile görme engelliler, yüzde 10.2 ile ruhsal hastalığı olanlar, yüzde 8.2 ile de dil ve konuşma bozuklukları olanlar ve yüzde 4 ile ortopedik engelliler takip ediyor.
Bir duvara asıp, her sabah bakarak utanmamız gereken bir tablo bu.
Ve bir son not da “kurumun” adı için: Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın adındaki “özürlüler” kelimesinin, “engelliler” ile değiştirilmesini öneriyorum!
Bu davayı merakla izleyeceğim
BAŞBAKAN ve iki bakanı, Oktay Ekşi aleyhine 100’er bin liralık tazminat davaları açmışlar.
Haberi internet sitelerinde okudum.
Bizde tazminat davalarında yargıçların kararları genellikle “haksız bir zenginleşme yaratmasın” kaygısıyla şekilleniyor.
Yani birisi size hakaret etti diye dava açtığınızda alacağınız tazminat sizi zenginleştirmemeli.
Davanın kazanılmasının hakarete uğradığını düşünen kişide yaratacağı psikolojik rahatlığın, alınacak paradan daha önemli olduğu gerçeğini de unutmamak gerek tabii.
Bu davalarda da karar verilirken büyük olasılıkla bu tür ayrıntılara dikkat edilecek.
Nasıl sonuçlanacağını şu anda bilmemize olanak yok tabii ama eğer istenilen tazminata hükmedilecek olursa Başbakan ve bakanların servet durumları ile ilgili ilginç fikirler edineceğiz.
100 bin lira bir insanı zenginleştirmiyorsa, o kişinin servetinin miktarını tahmin edebilirsiniz çünkü.
Mahkeme bu kararı elbette keyfine göre vermiyor. Davacının gelir durumuna, toplum içindeki pozisyonuna ve servetinin miktarına bakıp karar veriyor.
Yani dava sonunda Başbakan ve bakanlarından bir tür servet beyanı da almış olacağız.
İlginç bir dava olacak, izleyelim bakalım.