Ö-Se-Ye-Me klibi bize ne anlatıyor?
BİR lise öğrencisinin amatör bir kamerayla çektiği klip, günlerdir internetteki e-posta zincirleriyle dolaşıyor.
“Ö-Se-Ye-Me / G…mü Ye” şeklindeki rock şarkısı beş yıl önce kurulmuş bir gruba ait, dünkü Hürriyet’te bununla ilgili bir de röportaj yayımlandı.
ÖSYM konuyla ilgili bir de araştırma başlatmış. Neyin araştırılacağını da anlayamadım pek. Belki yenilmesi önerilen şeyin gıda kodeksine uygun olup olmadığı araştırılacaktır, kim bilir?
Benim dikkatinizi çekmek istediğim konu, internetin iletişimin demokratikleşmesi üzerindeki etkisi.
Bakın biz gazeteciler, şarkının adını bile doğru dürüst yazamıyoruz ama bu sözleri çoktan ezberlemiş o kadar çok kişi var ki?
Çevremde bu şarkıyı internette dinlemeyen kimse kalmadı gibi.
Beş yıldır var olan bir şarkı, yerinde ve zamanında yapılmış bir kliple bir anda Türkiye’nin gündemine oturabildi.
Küçük bir araştırma yapsak, eminim ki şarkıyı söyleyen, adını bilmediğimiz lise öğrencisi şu anda Türkiye’nin en çok tanınan şahsiyetlerinden biri olarak çıkacak.
Görüyoruz ki internet sayesinde geçici de olsa şöhrete ulaşmak o kadar zor bir şey değil.
Yeter ki yaptığınız şey, geniş bir kitlenin ilgi alanına girebilecek nitelikte olsun.
Ne gürültülü reklam kampanyaları için milyonlarca lira harcamanıza gerek var, ne de ürettiğinizi yaymak için pahalı makinelere ve káğıtlara…
Geleceğin dünyası, internet sayesinde herkesin sesini duyurabileceği bir dünya olacak.
Ve böyle bir dünyanın eşiğinde, her çocuğa bir bilgisayar alma olanağı sağlayamadığımız gibi, çocukların internetle tek tanışma yolları olan internet kafelere sınırlamalar getirmeye çalışıyoruz.
“Yönetemiyorsan yasakla” anlayışından bakalım ne zaman kurtulacağız.
Tarihin en garip ittifakı kurulamadı
RAHŞAN Ecevit’in başlattığı ve dünya siyasi tarihine “en garip ittifak arayışı” olarak geçecek süreç tam da beklediğim gibi sonuçlandı.
Deniz Baykal “İttifak olmaz” dedi, Devlet Bahçeli randevu bile vermedi, Murat Karayalçın da “İttifak sadece solla olur” dedi ve Rahşan Hanım’ın hayalindeki “geniş ittifak cephesi” kurulmadan dağılıverdi.
Baykal’ın, “yeni bir isim etrafında birleşelim” önerisini kabul etmeyeceğini düşündüğümü daha önce yazmıştım.
Rahşan Hanım’ın bu ittifak arayışının bir tek sonucu var: Devlet Bahçeli, bir zamanlar “kendisini içine sindiremediğini söyleyen” Rahşan Hanım’dan rövanşı almış oldu.
Türkiye’de siyasi yelpazenin sağ tarafında bir sorun yok. Zaman zaman bir merkez sağ partiye dönüşme sinyalleri veren AKP, tabanlarının bir bölümünü korumayı başaran DYP ve MHP ile seçimde ne yapacağını şu anda kestirmenin mümkün olmadığı ANAP gibi partiler var.
Sorun, Türk siyasetinin sol tarafında. Türkiye, sağ iktidarların yanlış politikaları içinde çalkantılarla savrulurken, işsiz ve gelecekten ümitsiz kitlelerin aşırı sağcı maceralar peşine düşmesini önleyecek güçte bir sol parti yok.
Böyle bir iktidarın varlığına rağmen muhalefetteki CHP’nin beklenen oy artışını sağlayamıyor olması da Deniz Baykal’dan ve izlediği politikalardan kaynaklanıyor.
Öyle görünüyor ki solda gerçek bir alternatifin oluşması için bir seçim daha beklemek gerekecek.
Sydney Opera Binası’na Müslüman kardeş
SYDNEY’deki Opera Binası, dev yelkenleri andıran çatısıyla dünyanın en meşhur binaları arasında yer alıyor.
Mimar Jorn Utzon’un bu tasarımı, mimarlık çevrelerinde “eşsiz” olarak niteleniyor.
Bu hafta piyasaya çıkan Tempo Dergisi’nde okuduğum bir haber, Utzon’un eserine bir “Müslüman Türk kardeş” geleceğini anlatıyordu.
Meğerse Avustralya’da örgütlenen Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Cemaati’ne bağlı kişiler, şeyh Zahid Kotku’nun adını taşıyacak bir “kültür merkezi” inşa edeceklermiş.
Bunun için uygun bir arsa da satın alınmış ancak belediye, arsanın koalaların göç alanında olduğunu ileri sürerek inşaat izni vermemiş.
Tempo’nun haberi izinle ilgili açılan davanın cemaat lehine sonuçlandığını ve inşaatın yakında başlayacağını anlatıyor.
Tarikatın şu andaki lideri Nurettin Coşan, “Sydney Opera binası gibi çok özel bir proje yapacağız” diyor.
Haberi okurken Hürriyet binasındaki odamın penceresinden dışarı baktım.
Sydney’de “Opera Binası ile yarışacak” binalar yapmayı hayal edenlerin İstanbul’a ne düşmanlıkları vardı acaba diye sordum kendi kendime.