Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Özgür basın yoksa demokrasi yoktur

ODA TV Haber Müdürü Barış Terkoğlu için üç yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Terkoğlu’nun suçu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi’nin verdiği bir iftar yemeğine katılan Ergenekon savcıları ve yargıçlarının fotoğraflarını yayımlamak.

Cezanın istenme nedeni de bu iftara katılanları “hedef göstermek”. Siteye rumuz ile yorum yazan okuyucuların yorumlarından bu sonuç çıkarılmış.
Ergenekon Davası nedeniyle halen tutuklu olan bir gazeteci, böylece bir de “gazetecilik faaliyeti” nedeniyle yargılanıyor.

Hedef gösterildiği iddia edilen kişilerin hepsinin resimleri gazetelerde yayımlanıyor, canlı görüntülerini televizyonlarda izleyebiliyoruz.

Söz konusu fotoğraf bir haber fotoğrafı! Eğer bir soruşturmayı yürüten polisler, savcılar ve yargıçlar hep birlikte oturup bir yerde yemek yerlerse, bu dünyanın her yerinde “haber” olur.

Polisler ve savcılar soruşturmada birlikte çalışıyorlar ama yargıçların onlar ile aralarında bir mesafe olması gerekmez miydi?

Bir fotoğrafın “haber fotoğrafı” olması için sadece bu bile yeterli.

Basın özgürlüğü açısından aynı vahim durum tutuklu gazeteci Ahmet Şık için de geçerli.

Dün tutukluluğuna yaptığı itiraz bir kez daha reddedildi.

Karara muhalefet eden mahkeme başkanının dikkat çektiği konu, ülkemizdeki özgürlüklerin ne durumda olduğunu gösteriyor: “Kitabı henüz yayımlanmamıştır. Buna rağmen yayınlama düşüncesinde olduğu belirtilerek bu kişiyi örgüt ile irtibatlandırmak hukuken mümkün değildir.”

Evet, dünyanın özgür ülkelerinde yargıcın söylediği gibi ama Şık hâlâ tutuklu.

Şu ana kadar tutuklu olmaları için yazdıklarından başka delil ortaya konmamış öteki gazeteciler de!

Böyle bir ülkede özgür basın faaliyetinden söz edilebilir mi?

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hesabının sonucu

AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, en sonunda partisinin Cumhurbaşkanı’nın görev süresi ile ilgili görüşünü açıklıkla ortaya koydu:

Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olarak 7 yıl görevde kalacak.

Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı’nın görev süresini 5 yıla indiren ve en çok iki kere seçilmesine olanak veren Anayasa değişikliği ile TBMM’nin görev süresini 5 yıldan 4 yıla indiren Anayasa değişikliğini aynı referandumda oylamış ve kabul etmiştik.

TBMM bunun üzerine beş yıllık görev süresi bitmeden erken seçim kararı alarak, halk iradesine saygısını ortaya koymuştu. “Biz 5 yıllığına seçildik, kazanılmış hakkımız var” dememişti.

Normal olanı da budur çünkü böyle bir durumda “kazanılmış haktan” söz etmek olanağı yoktur.

Ancak Cumhurbaşkanı söz konusu olunca AKP’li Elitaş “kazanılmış haktan” söz ediyor.

TBMM’de AKP istediğini yapacak çoğunlukta olduğuna göre de sürenin 7 yıl olacağı artık kesin gibi.

Tabii bu durumda Abdullah Gül’ün görev süresinin sonuna geldiğimizde şunu da tartışmak durumunda kalacağız: Anayasa iki kere seçilme hakkı verdiğine göre Gül yeniden aday olabilir mi, olamaz mı?

Bu kez denilecek ki “Yedi yıl için seçildiğinde tekrar aday olma hakkı yoktu, adaylığını koyamaz.”

Bunun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için yapıldığını söyleyebiliriz.

Böylece AKP içinde “Kim aday olacak” tartışmasının da önüne geçilecek.

Kendisi gelecek seçimlerde aday olmayacağını açıkladı ve 2014 yılında halkoyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olmak istediği de bir sır sayılmaz.

Varsın Abdullah Gül, son iki yılını “yetkisizlik tartışmaları” içinde geçirsin!

Tepkisel girişimler işe yaramıyor

PKK saldırılarının ardından hükümet uzun süredir kullanmadığı bir yetkiyi kullandı ve jetler sınır ötesindeki PKK hedeflerini vurdu.

Ne işe yaradığını bilemiyoruz. Dağda mağaralara saklanmış, dağılmış hedeflere jetlerle hücum etmek bugüne kadar nasıl bir tahribat yarattıysa yine o kadar tahribat yaratmış olmalı.

Bunu hükümetin de askerlerin de bilmiyor olması mümkün değil zaten.

Ancak kamuoyunda PKK saldırılarına karşı duyulan infiali yatıştırmak için bir şeyler yapmaları gerekiyordu, bu tepkinin tek anlamı odur.

Bu nedenle, PKK ile mücadelede etkin bir yöntem idiyse neden bunca zamandır hiç kullanılmadı diye sormak da gerekiyor.

Ama yersiz bir soru olduğu çok açık, çünkü bugüne kadar bu yolla etkin bir sonuç alabilmek de mümkün olmadı. Kamplar hâlâ orada, dışarıdakini bırakın, sınırlarımız içindeki kamplar bile varlıklarını sürdürüyor.

Hükümetin artık ortaya doğru dürüst, elle tutulur bir proje koyması gerekiyor.

Bugüne kadar denene denene yalama olmuş yöntemler işe yaramıyor, tam tersine Türkler ile Kürtlerin birlikte yaşama isteklerinin daha da azalmasına neden oluyor.

Her cenaze, PKK’nın ayrılıkçı amaçlarına konulmuş bir tuğla gibi oluyor.

Elinde silahla dağda dolaşanı elbette yakalayıp etkisiz hale getirmek de gerekiyor ama bu güçlü demokratik adımlar ile desteklenmedikçe yine aynı yere geliyoruz.

Başbakan, tepkisel mizacı olan bir siyasetçi! Ama bu işin anlık tepkilerle çözülemeyeceğini de artık fark etmiş olmalı.