Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Sap ile saman karıştırma uzmanları

30 Ağustos Zafer Bayramı için yapılan kutlamada ev sahipliğini “başkomutan” olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül üstlendi ve bu durum “asker-sivil ilişkilerinin yeni ulaştığı dengenin bir üst aşaması” olarak yorumlandı.

Bence bir sakıncası yok. Cumhurbaşkanı madem başkomutandır, “asker bayramının” ev sahibi olması da normal olanıdır.
Ancak gazetelerde bazı köşelere yansıyan ve bazı haberlere konu olan bir durum var ki dikkatinize sunmadan edemedim.
Radikal’in haberine göre 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları “biraz fazla militer” bulunmuş. İddiaya göre “asker güç gösterisi yapıyormuş”, bu bayramın da sivilleşmesi gerekiyormuş.
Dicle Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent Vahap Coşkun şunu öneriyor: “Şaşaalı askeri törenler yapacağımıza, farklı kimlikleri, kültürleri bir araya getirebileceğimiz piknik, konser benzeri organizasyonlar düzenlenmeli.”
Zaman Gazetesi’nde de Prof. Dr. Mümtazer Tüköne, (hatırlayacaksınız, Abdullah Öcalan’a paşalık verilmesini ve ordunun kayyuma devredilmesini de istemişti!) “asker bayramının” nasıl kutlanması gerektiğini anlatırken Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki 29 Ekim törenlerini hatırlatıyor: “Fener alaylarında ilçedeki itfaiye aracı, traktör, ambulans, iş makinesi gibi araçlar halkın önünde geçerdi!”
Türköne, 30 Ağustos törenlerinin önümüzdeki dönemde kapalı alanlarda yapılması gerektiğini de söylüyor.
Böylece cennet vatanımızda sap ile saman bir kez daha birbirine karıştırılmış oluyor, hem de akademik bir şekilde!
Bizim “resmi bayramlarımızın” (“milli günlerimizin” de diyebiliriz) her birinin bir sahibi var. 23 Nisan hem TBMM’nin kuruluşu nedeniyle egemenlik bayramı, hem de çocuklara ait bir bayram. 19 Mayıs ise gençlik bayramı.
Sivilleşme ve antimilitarizm bu bayramlar için tartışılmalı. Çocukları ve gençleri askeri düzen içinde uygun adım yürütmek, tuhaf koreografileri spor diye yutturmak gibi meseleleri var bu bayramların.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ise adı üzerinde “halkın” bayramıdır, kuruluş yıllarında kutlamaları elbette sivil nitelikteydi ve öyle olmaya devam etmelidir.
Ama arkadaşlar üzülerek bildiriyorum ki 30 Ağustos Zafer Bayramı, aynı zamanda ordunun bayramıdır, askeri bir gündür, askeri törenlerle kutlanır.
Dünyanın birçok demokratik ülkesinde askeri bir milli gün vardır ve o bayramlarda askerler ellerindeki “oyuncakları” da sergilerler, dosta, düşmana ordunun gücünü göstermek için!
Askerlere ait bir milli gün, elbette askerlere ait düzen içinde kutlanır.

Hak aramak suç değildir!

FENERBAHÇE, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkının elinden alınmasına karşı uluslararası spor mahkemesi CAS’a gidecek.
Gazetelerde bu amaçla konunun uzmanı avukatlar ile görüşüldüğüne ilişkin haberler okudum.
Aynı gazetelerde şöyle yorumlar da okuyorum: “Fenerbahçe, yargıya giderek UEFA’yı kızdıracak ve başına daha büyük dertler alacak!”
Şunu söyleyeyim: Bizim ülkemizde hak aramak bazı durumlarda suç olsa da Avrupa’da değildir.
Hukukun üstünlüğüne inanılan ülkelerde herkes hakkını mahkemelerde arayabilir, bu başlarına yeni felaketlerin gelmesine de yol açmaz.
Bakın geçenlerde ne oldu:
İsviçre’nin Sion takımına UEFA Avrupa Ligi ön elemesinde yenilerek elenen İskoç Celtic takımı UEFA’ya başvurdu. Sion’un transfer yasağına uymayarak yeni bir oyuncu aldığını ve onu da maçta oynattığını belirterek Sion’un elenmesini, kendilerinin tur geçmiş kabul edilmesini istedi.
UEFA, İsviçre Futbol Federasyonu’na Sion’un Avrupa kupalarından men edilmesi çağrısı yaptı, tıpkı Fenerbahçe için olduğu gibi!
İsviçre Futbol Federasyonu, “Dava şu anda İsviçre yargısındadır, dava bitene kadar bununla ilgili bir işlem yapamayız” yanıtını verdi.
Türkiye Futbol Federasyonu’nun yapmaya cesaret edemediği şeyi yaptı!
Hukukun üstünlüğü fikri ile yaşadıkları bir ülkede başka türlüsü olmazdı zaten.
UEFA bunun karşısında ne yaptı? Hiçbir şey!
Şimdi herkes mahkemenin bitmesini bekleyecek, hukuk ne derse o olacak!

Fenerbahçe ‘yönetim’ kurulu!

Fenerbahçe yönetimini son zamanlarda anlamakta zorlandığımı söylemeliyim.
Şampiyonlar Ligi’ne gidilmeyecek ve büyük gelir kaybı yaşanacak, zor duruma düşeceğiz diye oyuncuların haraç mezat satıldığı gibi bir görüntü yaratıldı.
Yönetim Kurulu’na şunu sormak isterim: Fenerbahçe, Avrupa kupalarına ilk kez mi katılamıyor? Fenerbahçe’nin Avrupa kupalarına katılamadığı 15 sezonun 8’inde ligi şampiyon olarak tamamladığını, bunu yapmak için de kadronun gücendirildiğini içinizde hatırlayan yok mu?
Fenerbahçe taraftarı tam bir seferberlik duygusu içinde dayanışmaya yönelmişken, panik içinde oyuncuları dağıtmak, sadece aczin ifadesi olabilir.
Ve böyle durumda, “Siz bu işi yapamayacaksanız çekilin, yapabilecek olanlar gelsin” denilir.
Fenerbahçe yönetimi şöyle yapsaydı, bunu anlayabilirdim: “Biz takımı tamamen yenileyeceğiz ve gelecek vaat eden genç bir takım kuracağız. Bu süre içinde şampiyon olup olmamak umurumuzda değil, çünkü bu ülkede şampiyonluklar masa başında çalınabiliyor!”
Bu anlaşılabilir bir şey. Ama Fenerbahçe gibi büyük kulüplerin yapabileceği bir şey de değil. Juventus küme düşürüldüğünde böyle mi yaptı?
Bir de Acıbadem’in kadın voleybol takımının sponsorluğuna son verilmesi garipliği var. Futbol takımının meseleleri ile kadın voleybol takımı arasında nasıl bir bağ var?
Bu kulübe Dünya Şampiyonluğu ve iki kere Avrupa ikinciliği kazandırmış bir sponsora böyle mi yaklaşılır?
Bir yandan mali sıkıntı çıkacak diye oyuncuları dağıt, diğer yandan en iyi sponsorunu at. Bu ceza kime ve niye?
Fenerbahçe Yönetim Kurulu üyeleri kuşkusuz ki değerli insanlar ve işlerini iyi bilen işadamları. Beklenmeyen bir kriz çıktığında şirketlerini böyle mi yönetiyorlar ki bir panik havasına kapılmış gibi görünüyorlar?