Sezer ’Üçüncü Adam’ olabilir mi?
CUMHURİYET Gazetesi’nin dünkü başyazısı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i “Üçüncü Adam” olarak tanımlıyordu.
Şevket Süreyya Aydemir, çöken bir imparatorluktan yepyeni bir devletin doğuşunu anlattığı eserine Tek Adam adını vermişti. “Tek Adam” sadece cumhuriyet devrimine ulaşan koşulları değil, Mustafa Kemal’i de çözümleyerek anlatan bir eserdi. Kitabın yayımlanmasının ardından “Tek Adam”, Mustafa Kemal Atatürk’ün sıfatlarından biri haline geldi.
Aydemir’in “İkinci Adam” isimli eseri de İsmet İnönü’nün yaşam öyküsü etrafında cumhuriyet devrimini günümüze oluşturan tarihsel koşulları anlatır.
Bu eserden mülhem İsmet İnönü de “İkinci Adam” olarak anılır.
Şimdi soru şu: Ahmet Necdet Sezer, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel serüveni içinde “Üçüncü Adam” olarak anılmayı hak ediyor mu?
Sezer, hukukçu kişiliği, dedikodulardan uzak sade yaşamıyla değişik bir Cumhurbaşkanı portresi çizdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, siyasetten gelmeyen ilk sivil Cumhurbaşkanı olarak, içinde bulunduğumuz dönemin koşulları nedeniyle de Türkiye tarihinde özel bir yer edindi.
Ancak bu Sezer’in “Üçüncü Adam”lığı ile tanımlanabilecek bir pozisyona işaret etmiyor.
Şevket Süreyya, “Tek Adam”a yazdığı önsözde, “tarihin akışını değiştiren tarihi şahsiyetlerden” bahsediyor.
Kitabına şöyle bir ithaf da yazmış: “Tek Adam, bu hammaddeyi yoğurarak hem kendini yaratan, hem ortaya çıkışı; milletinin, kavminin, çağının tarihinde bir dönüm noktası olan Adam’dır.”
“Serinin isim babası”nın tanımından yola çıkacak olursak Sezer’e “Üçüncü Adam” yakıştırması, eminim ki Sezer’i de rahatsız edebilecek bir abartıya karşılık gelir.
Türkiye, elbette tarihinde bir “Üçüncü Adam” da çıkaracak. Bu kişi, Türkiye’yi bugünkü azgelişmiş Ortadoğu cumhuriyeti olmaktan çıkararak, gelişmiş bir Avrupa demokrasisi haline getirecek olan kişi olmalı. Dilerim ki tarih sahnesine çıkmasını çok beklemeyelim!
Bir yetenek küsüp gidiyor!
DÜNYA Kupası maçlarında sahadaki genç futbolcuları izlerken, birçok Türk futbolseverin, benim gibi hayıflandıklarına eminim.
Üzüntümün nedeni, Türkiye’nin bu turnuvaya katılamıyor olması değil. Bütün elemeler boyunca bunu hak ettiğimizi söyleyemeyeceğim.
Benim hayıflanmama yol açan şey, takımlardaki genç futbolcuların çokluğu. Bizde 25 yaşına gelmiş futbolcular bile “genç yedek” kontenjanından kulübede otururlarken, onlardan çok daha genç olanlar ülkelerinin milli takımlarında top koşturabiliyor.
Kısa vadeli başarıya odaklanmış futbol görüşümüz, bizim gençlerimizi yedek kulübesinde yaşlandırıyor.
Beşiktaş’ın eğitimini de üstlenerek sahip çıktığı ve geleceğin Maradona’sı olarak nitelenen Muhammed Demirci’nin ismini hatırlıyor musunuz, bilmiyorum.
Muhammed Demirci henüz 11 yaşında. Beş-altı yıl içinde dünyanın önde gelen kulüplerinin peşinden koşacağı bir yetenek olarak gösteriliyordu.
Cümleyi geçmiş zamanda kurdum; çünkü belki de bu rüya hiç gerçekleşmeyecek. Çünkü Muhammed Demirci, antrenmanda yaptığı çocukça bir hareket nedeniyle hocası tarafından kulağı çekilerek ve biraz da hırpalanarak cezalandırıldı.
Ve Muhammed futbola da, hocasına da küstü. Antrenmanlara katılmadı, takımının oynayacağı maçlarda kadroya alınmadı.
Dünya çapında bir yetenek, sırf onu yönetmeyi beceremediğimiz için yok olup gidecek belki de.
Bu yaştaki çocuklara sadece futbol antrenmanı yaptırılmayacağını, mantalite olarak güçlenmesi için de çalışmak gerektiğini, desteklenmesi gerektiğini düşünemedik çünkü.
Muhammed’in futbolla tekrar barışacağı günün gecikmemesini ümit ediyorum.
THY, en basit hesabı yapamamış
TÜRK Hava Yolları’ndan yapılan açıklamayı okuyunca “işte” dedim, “uluslararası bir kurumu yönetecek kadro bu”!
Açıklama, uçak rötarları yüzünden canından bezenleri ferahlatmaya yönelikti.
“Kabin memurlarının azlığından kaynaklanan rötarlar giderek azalacak” deniliyordu. Rakamlar da verilmişti: Şu kadar kabin memuru göreve başladı, önümüzdeki günlerde şu kadarı daha başlayacak!
Sadece bu durum bile THY yönetiminin, sırf partizanlık uğruna ne hale getirildiğini göstermeye yetiyor.
Uçak almak, bakkaldan gidip sigara almaya benzemiyor. Yolcu ve sefer sayısındaki gelişmeleri önceden tahmin ediyor, sipariş veriyor, sonra aylarca bekliyorsunuz.
Artan uçak sayısının gerektirdiği pilot, teknisyen, kabin memuru sayısını da bu durumda önceden tahmin etmek zor olmasa gerek.
Bir kabin memurunun ne kadar süre içinde yetişebileceği de bir sır değil. THY bu işi yıllardır, üstelik de çok ciddi bir şekilde yerine getiriyor.
Demek ki yapacağınız tek şey, uçakların teslim tarihine göre personel yetiştirmeye başlamaktan başka bir şey değil.
Bu basit hesap yapılamadığı için THY yolcuları, yerli-yabancı turistler havaalanlarında günlerce perişan oldu.
Böylesine basit bir hesabı yapamayan bir kadronun, havayolu taşımacılığı gibi karmaşık ve ciddi profesyonel bilgi gerektiren bir işi doğru dürüst yapabileceğine inanıyor musunuz?