Siyasi bir hatanın bedeli ödeniyor
DÜNYANIN bir başka ülkesinde silahlı kuvvetlerin “en gizli” planlarının ve “en olmadık durumlar için hazırlıklarının” bulunduğu bir bölüm “mahkeme kararıyla” arandı mı, bilmiyorum.
Ama bunca yıllık gazetecilik yaşamımdan çıkardığım bir sonuç var: Böyle bir şey olsaydı, mutlaka küçük de olsa bir haber olarak okurduk, duyardık.
Nitekim dünyanın başka yerlerindeki gazeteciler böyle bir tuhaflığın “Türkiye” diye bir ülkede yaşandığını duydular. Bazı gazetelerde, televizyonlarda küçük de olsa bir haber olarak okudular.
Savcılar böyle bir aramayı haklı kılacak güçte nasıl bir delile ulaştılar ki mahkemeden arama izni alabildiler, gerçekten merak ediyorum.
Soruşturma tamamlandığında hep birlikte bunu öğreneceğiz diye ümit ediyorum. Arama hangi sonucu verirse versin ortadaki gerçek şu: Devletin kurumları arasında ciddi bir güvensizlik ve uyumsuzluk var. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 104. maddesi bakın nasıl başlıyor: “Cumhurbaşkanı, Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil eder. Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyum içinde çalışmasını gözetir.” Ama bunun için elbette gerekli olan öncelikle bir “tarafsız Cumhurbaşkanı”dır.
Türkiye bu şansı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşimizdir” dediğinde kaçırdı.
Tarihin, yapılan bir siyasi hatayı kafamıza vurması için çok fazla beklemesine gerek kalmadı!
Sosyalist partiler bunun için gerekli
TEKEL işçilerinin direnişi de başka birçok önemli olay gibi her gün değiştirilen gündemin gürültüsü içinde unutulup gidiyor. Başbakan kararlı, “yetim hakkını” Tekel işçilerine yedirmeyeceğini söylüyor. Mesele “yetim hakkı” konusundan ibaret ise Başbakan’ın şöyle bir-iki dakika durup düşünmesinde yarar var. Kamu kaynaklarının nasıl heba edildiği, gereksiz harcamaların “yandaş zengin yaratmak için” nasıl kullanıldığı ortada. Sorun, elbette “yetim hakkı yedirmeme” sorunu değil. Sorun, AKP’nin de diğer kapitalist düzen partilerinden bir farkı olmaması. Bu partilerin gündeminde emeği ile yaşamak durumunda olanların sorunları hiçbir zaman olmadı, AKP’nin de yok. Güçlü sosyalist ve sol partiler işte bu tür durumlar için gereklidir. Onların iktidarda olmaları da gerekmez. Bu tür sorunların çözümü için ortaya koyacakları alternatif fikirler, çözüm yolları iktidardaki en sağcı partiyi bile etkiler, harekete geçmek zorunda bırakır. Geçenlerde gazetelerde Tekel işçilerinin yüzde 60’ının oylarını AKP’ye verdiklerini okudum. Bu onların “sınıf bilincinden yoksun olduklarını” değil, onlara seçenek sunacak bir sol hareket olmadığını gösteriyor sadece. Türk solunun fantezilerle uğraşmayı bırakıp topluma gerçek ve elle tutulur seçenekler sunması gerekiyor.
Arpa boyu yol gidemedik!
ERGENEKON Davası’nın 128. oturumunda birleştirilen Danıştay Davası’nın sanıklarından Osman Yıldırım’ın çapraz sorgulanması yapıldı. Osman Yıldırım, el bombalarını Muzaffer Tekin ve Veli Küçük’ten aldığını, Alparslan Aslan’ın Cumhuriyet’e bombaları attıktan sonra Veli Küçük’ün Beşiktaş’taki ofisine gittiğini iddia ediyordu. Sanık avukatlarının sorgusunda Osman Yıldırım’ın verdiği yanıtları ve yanıtlardaki çelişkileri gazetelerde (elbette hepsinde değil) okumuş olmalısınız. Avukatların sorgu sırasında ortaya koydukları tarihler ve çelişkileri mahkeme değerlendirecek.
Ancak ortaya çıkıyor ki savcılar bu en basit sorgulamayı yapmamışlar, tarihlerdeki çelişkilere dikkat etmemişler. Bu davadaki en önemli sorunlardan biri de bu zaten. Güvenilirlikleri tartışmalı ifadelere ve delillere dayanılarak dava genişletildi ve giderek de içinden çıkılmaz bir hal alıyor. 128. oturumu yapılan davanın daha ortasına bile gelemedik.
Bu davanın uzaması bir yandan masum sanıkların gereksiz yere tutuklu kalmasına yol açıyor, diğer yandan asıl suçun ve suçluların cezalandırılmasını geciktiriyor.
Bu saatten sonra bunun değiştirilemeyeceğini biliyorum elbette. Ama her gün değişen gündemin içinde yeniden hatırlatmakta yarar olduğunu düşündüm.