Dün Tansu Çiller-Mesut Yılmaz ortak basın toplantısını televizyondan izledikten sonra aklıma ünlü masal tekerlemesi geldi: Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu yol gittik.
24 Aralık seçimlerinden bugüne geçen 30 koca günden bize kalan işte bu: Bir arpa boyu yol!
Dün Tansu Çiller, günlerdir gazetelerde didik didik edilen şeyleri televizyonda hepimizin gözlerinin içine baka baka yeni bir öneri getiriyormuş gibi tekrarladı.
Her ne kadar fedakarlık yapıyormuş gibi görünse de amacı “üzüm yemek değil, bağcı dövmek” gibi göründü.
Dönüşümlü başbakanlık formülünde Mesut Yılmaz’ın tavrının ne olabileceğini bizler gibi Tansu Hanım da çok iyi biliyordu.
Ama yine de ilk sıranın kendisinde olması şartıyla ileri sürdüğü dönüşümlü başbakanlık formülünü, bir fedakarlık gibi sunmakta ısrar etti.
Amacı, koalisyon pazarlıklarının bu aşamasında, kamuoyu nezdinde Mesut Yılmaz’ı köşeye sıkıştırmaktı. Bunda da başarılı olduğunu söylemeliyim.
Öte yandan Mesut Yılmaz’ın tavrı da ilginçti.
Yılmaz, kendisi böyle olmadığını ne kadar ısrarla söylese de, kafasındaki tek problemin kendi başbakanlığı olduğunu saklamayı başaramadı.
Söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla (çünkü bazen iyice anlaşılmaz olmayı da başarıyor) Yılmaz, DYP ile ANAP arasında bir koalisyon kurulmasına karşı değil.
Hem kendisi, hem de yakın çevresi sık sık DYP ile ANAP programlan arasındaki “kardeşlik”ten bahsetmekte sakınca görmüyor.
Dün de buna ilişkin olarak benzer bir tavır sergiledi.
Ama iş başbakanlığa gelince, “hükümetin görüntüsü değişsin” gibi anlamsız bir gerekçenin ardına saklanarak öncelikle başbakan olmak istediğini söylemekte beis görmedi.
Şimdi ne olacak?
Bundan sonra olacaklar üç aşağı beş yukarı belli. Mesut Bey, “yetkili kurullarına” danışıp, başbakanlığın öncelikle kendisine verilmesini isteyecek.
DYP liderini, başbakanlıkta ısrarlı olduğu için suçlayacak ve koalisyonun kurulamamasının sorumluluğunu Tansu Çiller’e yıkmaya çalışacak.
Tansu Çiller de kendisinin yaptığının büyük bir fedakarlık olduğunu söyleyecek.
“Yetkili kurullarına danışmadan” yaptığı bu önerinin arkasına saklanıp, Yılmaz’ı anlaşmaya yanaşmamakla suçlayacak.
Başbakanlık konutundan aldıkları bir işaretle aynı anda aynı şeyleri yazacak yağdanlıkların yönlendireceği kamuoyunun, Mesut Yılmaz’ı zor duruma düşürmesini bekleyecek.
Hatta sorunun kilitlenmesinden ve işin yeni bir seçime kadar sürüklenmesinden fayda umacak.
Böyle bir kilitlenme halinde, yeni bir seçimi önleyebilecek tek şey Refah ile ANAP koalisyonu olarak görülüyor.
Eğer, Yılmaz bu tuzağa düşer de Refah ile bir koalisyona girerse bundan Tansu Hanım yine karlı çıkacak.
İlk seçimlerde ANAP’ı kemiklerine kadar yemenin hesaplarıyla muhalefete geçecek.
Bu arada olanlar Türkiye’ye olacak. Ama bu ne Mesut Bey’in, ne de Tansu Hanım’ın umurunda olmayacak.
Mesut Bey’in yerinde olsam
Ben Mesut Yılmaz’ın yerinde olsam, dün Tansu Çiller’in yaptığı öneriyi kabul etmekte hiçbir tereddüt göstermezdim.
Tansu Çiller’in bu işleri bilmediğini, Türkiye’yi düze çıkaramayacağını aramızda en çok söyleyen insan Mesut Bey’in kendisi.
Koalisyonun ilk iki yılında Tansu Hanım’ın beceriksizliklerini çubuğumu yakıp kenarda oturur seyreder, sıranın bana gelmesini beklerdim.
Sonra sıra bana gelince, iki yılda ekonomiyi düze çıkarır, demokratik reformları yapar, seçimlere Başbakan olarak girerdim. (Yılmaz’ın iktidara geldiğinde ekonomiyi iki yılda düzeltebileceğini söylediğini hatırlayın.)
Nedense Mesut Bey bu yolu tercih etmiyor. Onun yerine kamuoyunda sevimsizleşmeyi bile göze alarak, dediklerinden bir adım geri atmıyor.
Bunun sebebi Mesut Yılmaz’ın, Çiller’e güvenmiyor, olması.
İlk iki yılın sonunda Çiller’in koalisyonu bozup, “hadi bana eyvallah” demesini önleyebilecek herhangi bir güç yok.
Çiller’in geçmişine bakınca insanın böyle bir kuşkuya düşmesi de son derece normal.
Öyle görünüyor ki bir hafta daha Çiller’in ve Yılmaz’ın karşılıklı manevralarıyla oyalanacağız.
Bir tenis maçı seyreder gibi bir o tarafa, bir bu tarafa dönüp duracağız.
Bu arada Türkiye hükümetsiz kalıyormuş, önemli işler yürümüyormuş ne gam!
Bugüne kadar Türkiye’de hükümet vardı da ne faydasını gördük ki? Biraz da böyle yaşayalım bakalım.
Binlerce teşekkür
Posta’nın birinci yaşgünü nedeniyle hem okuyucularımızın hem de dostlarımızın bizleri ne kadar çok sevdiklerini bir kez daha gördük.
Bir gazetecinin hayatında alabileceği en anlamlı ödülleri de böylece dün almış oldum.
İçinizden taşıp, bir çiçek ve faks seline dönüşen sevginize layık olmak için artık daha çok çalışmak zorundayız. Sizleri çok seviyoruz. Sağ olun, var olun!