Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Fiyodental ve Hıncal Uluç'un rehberi

Rio de Janeiro denilince nedense herkesin aklına hemen aynı şey geliyor: İp gibi ince mayolarıyla Copacabana plajlarında alınan genç ve güzel kadınlar! Bu yüzden Rio ile ilgili izlenimlerimi soran herkesin öğrenmek istediği ilk şey bu mayolardan giyen kızları görüp görmediğim yolunda oluyor.

Açıkça sormaya utananların da satır aralarında aynı şeyden bahsetmemi istediklerini artık gayet iyi anlıyorum. (Hatta artık Rio’ya eşimle birlikte gittiğimi öğrenenlerin alaycı tebessümlerine de iyice alıştığımı söyleyebilirim. Ancak belirtmeliyim ki Rio’ya bekar giden erkeklerin iki değişik amacı olabilir: 1- Fakirlik nedeniyle vücutlarını satan küçük kızlara düşkündürler, 2- Dünyanın en büyük travesti kolonisinin yaşadığı bu şehirde yasak zevkler arıyorlardır. Bu yüzden siz yine benim gibi yapın, eşinizle birlikte gidin.)

Bizim tanga diye bildiğimiz en açık mayodan bile daha çok şey gösteren (ya da daha az şey saklayan) mayoların Rio’daki adı “fiyodental”.

Bunlar iki parçadan oluşuyor. Boyundan geçen iki çapraz ip, sadece göğüslerin uç kısmını kapatan iki parmak kalınlığındaki kumaş parçacığını tutuyor.

Mayonun altı ise üstünün bir yansıması. İpler bu kez yalnızca vücudun ön kısmındaki “edep yerini” kapatan yine iki-üç parmak kalınlığında bir başka kumaş parçasını taşıyor. Mayonun arka kısmı sadece iplerden ya da bir parmak kalınlığındaki bir kumaştan oluştuğu için de bunu giyen hanımların popoları, arkadan bakıldığında sanki hiçbir şey giyilmemiş, çıplakmış izlenimini uyandırıyor.

Kadınların cesaret sorunu
Turistik broşür ve fotoğraflarda gördüğümüz, Rio denilince gözlerde canlanan şey işte bu mayo. Ancak turistik fotoğrafların göstermediği bir başka şey var ki, o da bu mayoyu yalnızca uzun bacaklı, ince, güzel kızların değil, 7’den 70’e, zayıftan şişmana, güzelden çirkine bütün yerli kadınların giydiği.

Benim de ilgimi en çok işin bu yönü çekti.

Hiçbir batılı turistin giymeye cesaret edemediği bu mayoları herkes giyebiliyordu.

Diyebilirim ki Rio’da bulunduğum süre içinde kadın poposunun alabileceği 4723 değişik şekli gördüm: Düz, iri, yağlı, selülitli, beyzi, yuvarlak, top, dalgalı, dik, sarkık vs. vs..

Gazetelerin çok sık kullandığı, dekoltesi açık giysileri tarif etmekte kullanılan ama benim çok sinir olduğum bir söz var; cesareti olan giysin diye..

Bu sözün arkasında biraz da kadın vücudunu bir meta olarak gören bir zihniyet yattığına inanırım.
Rio’yu gördükten sonra, açık bir şeyler giymenin bir “cesaret” sorunundan çok “kendinden ve vücudundan utanmama” sorunu olduğunu düşünmeye başladım.

Çünkü fiyodental giyenler arasında annemden de yaşlı olanlar, tanıdığım en şişman kadından bile şişman olanlar vardı.

“Carioca”lar (Riolular’a böyle deniliyor) plajda kimin ne giydiğine kafalarını bile çevirip bakmıyorlardı. Zaten bizler de ilk bir-iki günün şoku geçtikten sonra duruma alıştık, kim ne giyiyor, kim güzel, kim çirkin diye bakmaktan vazgeçtik.

Fiyodental yaşam tarzı
Orada kadınların bu mayo içindeki davranışlarını izlemeye çalıştım. Vardığım sonuç kimsenin vücudunun şeklini önemsemediği, kimsenin bu şekli kendisine dert edinmediğiydi.

Feminist bir söylemle ifade edecek olursak, hiçbir kadın vücudundan utanmıyordu.

Batılı feministler için “vücudundan utanmamak”, serbest seks anlamına geliyordu, Cariocas içinse fiyodental giymek.

Kadın, sadece kadın olduğu için bir değer taşıyordu. Güzel, çirkin, genç, yaşlı olduğu için değil!
Belki de Riolular’ı kadın erkek sokaklarda samba yapıp eğlenmeye iten güç, cinsler arasındaki bu göreli eşitlik olmalıydı.

Bu yüzden fiyodentali artık turistik bir meta olarak değil de Brezilya’da kadın-erkek ilişkilerinin aldığı ve biz batılıların anlamakta güçlük çektikleri bir “yaşam tarzı” olarak görüyorum.

Biz Rio’dayken Sabah’tan Hıncal Uluç ve Selahattin Duman da oradaymışlar. Tesadüf eseri hiç karşılaşmadık.

Hıncal Uluç, Rio izlenimlerini gazetesinde yazmaya devam ediyor. O nedense Rio’yu hiç sevmemiş. Diyor ki “Rio’nun en iyi yönü, İstanbul’a Ertekin’in kahvesine dönüşü.”

Bu da bir görüş tabii. Zevkleri tartışmanın imkanı yok. Ancak cumartesi günkü yazısında Rio’da Brezilya’ya özgü hiçbir şey yiyip-içemediğini, ucuz pizzacılarda kötü kahveler içip, iğrenç şeyler yemek zorunda kaldığını anlatmış ki, bence Rio’ya biraz haksızlık yapıyor.

Sorun Rio’da değil
Rio’yu çocukluğumdaki Antalya’ya benzettiğim için kendimi “yarı carioca” sayıyorum. Bu yüzden Türkçe bilen bir “carioca” olarak avukatlık da bana düşüyor.

Hıncal Ağabey, yanlış bir rehberle Rio’yu gezmiş. Genellikle batılı turistlerin gittiği ucuz ve sıradan yerlere gitmiş.

Halbuki iyi bir rehberi olsaydı, İpanema’daki Casa da Feijoada’da, arayıp bulamadığını söylediği, cam imbikte mum ışığıyla ısıtılarak süzülmüş gerçek Brezilya kahvesini tadabilirdi.

Hıncal Ağabey ile bekarlık dönemimizde bir süre aynı evde oturduğumuz için damak zevki hakkında bir fikrim var.

Örneğin Botafogo’da (Bizim Fenerbahçe gibi semtin ünlü bir de futbol takımı var) Cafe Brasil’de “pastel de camaro” yiyebilirdi. Bizim puf böreğinin kıymalı, peynirli veya karideslisi olan bu yemeği eminim çok sevecekti.

Ya da güveçte paça ile pişirilmiş fejuda (barbunya fasulyesinin rengi siyah olanı) ile manyoka ununu karıştırıp yemiş olsaydı, eminim bekar evimizde sık sık yaptığı büryanileri yerken aldığı lezzeti duyumsayabilirdi.

Balık sevmediğini bildiğim için onları es geçiyorum. Ama eminim bizim tandırın Brezilyalısı olan cupimi, Beyti’nin Brezilyalı versiyonu “grilleri” severek yiyecekti.

Dediğim gibi sorun Rio’da değil, Hıncal Ağabeyin rehberinde.

Not: Rio hakkında ayrıntılı ve güzel bir yazı okumak istiyorsanız, Atlas Dergisi’nin bu ayki sayısında Mehmet Yaşin’in yazdığı gezi yazısını görmenizi öneriyorum.