Oyların boşa gitmesini önlemenin yolu (Kararsızlar için rehber-4)
Ben de herkes gibi pazartesi ve salı gecesini televizyon karşısında harcadım. “Harcadım” kelimesini özellikle seçtiğimi belirtmek istiyorum.
Çünkü o gece televizyon karşısında yaptığımız şeyin “harcamak” fiili ile yakından ilgili olduğuna inanıyorum.
Deniz Baykal’ın bir kaç kere belirtmeye de çalıştığı gibi “liderler açık oturumu” Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller’in kişisel kavgaları için düzenlenmiş gibi oldu.
Show TV’deki toplantı hem katılımcı lider sayısının azlığı, hem de düzenlenişindeki acemilik açısından zaten insanlara bir şeyler verebilmekten uzaktı.
Liderlere soru sormak için seçilen Show TV haber merkezi elemanlarının liderler karşısında aciz kalmalarına da doğrusu üzüldüm. Ne doğru dürüst soru sorabildiler, ne de sordukları sorularda ısrarlı olabildiler. Hatta bir-iki sorunun, liderlerin ters çıkması üzerine geriye alındığına ve sorulmamış gibi yapıldığına da tanık olduk.
Bence gecenin esas galibi Uğur Dündar’dı.
Hem oturumun planlanışındaki profesyonellik, hem de liderlerin karşısında ezilip büzülmeyerek, görevini tavizsiz sonuna kadar sürdürmeyi başarabilmesi açısından Uğur Dündar geceyi açık ara önde kapattı.
Hatta seyrederken bir an düşündüm. Şu parti liderlerinden birisiyle yer değiştirse acaba sonuç ne olurdu?
Tansu Çiller’in bu oturumlardan en karlı lider çıkacağını zannediyordum.
Çiller’in televizyona birlikte çıktığı diğer zevat karşısında belirgin bir fizik avantajı taşıdığını düşünüyordum.
Burada hemen bir yanlış anlamayı düzeltmeliyim. Başkaları ondan bahsederken “sarışın güzel kadın” yakıştırmasını yapsalar da bu görüşe katılmadığımı belirtmeliyim. Bir kere Çiller sarışın değil, gençlik fotoğraflarından da görüleceği gibi esmer. Sarışınlığı boyadan ileri geliyor. Ayrıca kalın ve kısa bir boynu var ki bu da göze pek hoş gelmiyor. Yani demek istediğim o ki, Çiller’i güzel bulduğum için avantajlı olduğunu düşünüyor değilim! Bence yumuşak ve genç görüntüsü onun için bir avantaj olabilirdi. Bu avantajını da bir ölçüde kullandığını kabul ediyorum.
Ancak bence en önemli hatası Amerikalı gibi davranmaya çalışmasıydı. Biz Türkler değişik bir milletiz. Başbakan belki farkında değil ama, Türkler konuşurken mimik ve jestlere pek itibar etmezler.
Hatta elini kolunu fazla sallayarak konuşan, yüzünü gözünü oynatıp duran birisine biraz da gıcık olurlar.
Bu nedenle televizyonda Türk halkını etkilemeye çalışan bir parti liderinin bu en temel özelliklerimizden bihaber, eli kolu oynayarak konuşmasını yadırgadım.
Hele yemin ederken kolunu Amerikalılar gibi havaya kaldırıp durması bence büyük gaftı.
Çiller’in konuşulanların bitmesini beklemeden lafa karışmaya çalışması, onun etrafındaki bürokratlara davranışları hakkında ipuçları da verdi. Demek ki dedikodular doğruymuş, Başbakan kimseyi dinlemeyi bilmiyormuş.
Bütün bu nedenlerle Sabah gazetesi her ne kadar “yaşasın” diye el çırpsa da Başbakan bu tartışmadan galip çıkmayı başaramadı. Avucuna kadar gelen fırsatı kaçırdı.
Çiller böyle de Mesut Yılmaz farklı mı? Bence o da bir gecede bütün kararsızları etkileme fırsatını elinden kaçırdı.
Başbakan’ın kendisi için kurduğu tuzaklara düştü, sinirlendi, “yahu”lu, “sen”li hitaplarla da sinirini ortaya koydu.
Bir ara iki lideri, yani Çiller ve Yılmaz’ı izlerken lise günlerim aklıma geldi. Sınıfın birbirine rakip ama gizliden gizliye de birbirlerine aşık iki çalışkan öğrencisinin münazaralardaki tavırları içindeydiler.
Her ikisi de suni tebessümlerle seyirciyi etkilemeye çalıştılar. Ama ikisinin de gözlerinin içi gülmüyordu, bana yutturamadılar!
Deniz Baykal’ı şanssız bulduğumu belirtmeliyim. Eğer, CHP kendisinden daha hala birşeyler beklenen bir parti olabilseydi, Baykal’ın iki günlük televizyon performansı ile çok şeyler kazanabilirdi. Bu açıdan Baykal’a yazık oldu diyorum.
Ecevit, her zamanki tanıdığımız bildiğimiz Ecevit’ti. Düzgün konuştu, kibardı. Eğer, karşısındaki rakip eski CHP olsaydı, bu seçime şimdiden veda edebilirdi. DSP’nin bu seçimdeki en büyük avantajı CHP’nin çok zayıflamış ve hırpalanmış olması ve barajı geçme ihtimalinin düşüklüğü.
Türkeş’in emekliliği gelmiş. Artık yaşlanmış. Bence yerini bir an önce oğluna terketmeli ve ömrünün geri kalan kısmını huzur içinde yaşamaya çalışmalı.
Evet sevgili okuyucular.
Televizyon oturumlarından sonra, bizim gibi kararsızlar için seçenekler ikiye iniyor.
Sizler de eğer Türkiye’yi bölmek isteyen Refah’a benim gibi bir ders verilmesinden yanaysanız iki seçeneğiniz var.
Ya ANAP, ya DSP.
Çünkü öyle görünüyor ki bu ikisinden başka bir yere verilecek oylar, tıpkı belediye seçimlerindeki gibi Refah’a yarayacak.