Kitabı okuduğumda daha lise öğrencisiydim. David Forrest diye, daha sonra adını pek duymadığım bir yazar tarafından yazılmıştı. Hatırladığım kadarıyla, o kitabı satın almaya beni iten şey isminin ilginçliğiydi.
Sanıyorum, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen bu mizah öyküsünü hala hatırlıyor olmamda da bu ilginç ismin rolü var: Şişko’dan pokerde kazandığım adayı yeğenime bırakıyorum!
Öykü Amerika’da geçiyordu. Bir kumarbaz, pokerde bir mafya babasından okyanusta olduğu söylenen bir ada kazanıyordu. Ölümünden hemen önce de, kumarda kazandığı bu adayı yeğenine vasiyet ediyordu.
Yeğen de işsiz güçsüz biri olmalıydı hatırladığım kadarıyla.. Amcasından miras olarak kendisine bir ada kaldığını duyunca, evlenmek üzere olduğu sevgilisini de yanına alıyor ve “mülkü” görmeye gidiyordu.
“Ada” denilen şey okyanusta bir yerlerde küçük bir kayalıktan başka bir şey değildi.
Genç adam, sevgilisiyle yeni bir hayatın eşiğinde bu kayalık adanın ıssızlığında romantik anlar hayal ediyordu.
Ama kader buna izin vermedi.
Sovyetler Birliği’ne ait (o yıllarda Sovyetler Birliğinin hala ayakta olduğunu hatırlayın) bir nükleer denizaltı büyük bir şanssızlık eseri olarak haritalarda bile görünmeyen, kuş uçmaz kervan geçmez bu kayalıklara baştan kara bindirdi.
O andan itibaren de ada bütün gizli servislerle, Amerikan ve Sovyet donanmalarının karşılıklı güç gösterisine sahne oldu…
Önce Ruslar geldiler. Gemiyi kurtarma gerekçesiyle adanın bir bölümünü işgal ettiler.
Sudan sebepler ve savaş
Onları Amerikalılar takip etti.
Küçücük kayalıkların bir bölümüne tel örgüler çekildi ve Amerikan Donanması oraya bir üs kurdu.
Amerikalıların amacı Rusların sahip oldukları teknoloji hakkında bilgi sahibi olmaktı. Rusların niyeti ise, Amerikalıların Rus donanması hakkında gizli bilgileri ele geçirmelerini önleyebilmekti.
Delikanlının ise bir tek amacı vardı. Sakin bir köşe bulup, sevgilisiyle halvet olmak!
Öykü, o soğuk savaş döneminin ne kadar sudan sebeplerle bir dünya savaşına bile yol açabileceğini enfes bir mizahi üslupla anlatıyordu.
Gazeteler körüklüyor
Sonunda olanlar oldu. Büyük devletler tepişirlerken, olan bizim delikanlının adasına oldu.
Büyük bir patlama, zaten bir avuç kayadan ibaret adayı, okyanusun dibine gömmeye yetti.
Türkiye ile Yunanistan’ı bir kez daha karşı karşıya getiren Ege’deki Kardak Adası ile ilgili gelişmeleri izlerken, aklıma hep o komik öykü geliyor.
İki öykünün de başlangıç noktası birbirine çok benziyor. Kardak sorunu da, hatırlayacaksınız, bir yük gemisinin ada yakınlarında karaya oturmasıyla başladı.
Daha sonra iki devletin dışişleri sorunu diplomasi alanına taşıdılar.
Bu arada iki ülkenin önde gelen gazeteleri de soruna “bayrak sevgisi” ile yaklaştılar.
Önce Yunanlılar çıkıp adaya bayrak çektiler. Arkasından da kahraman Türk gazetecileri o bayrağı indirip, yerine Türk bayrağı çektiler. Daha sonra Yunan donanmasının bazı gerzek mensupları tekrar Yunan bayrağı çektiler.
Bizim çocukluğumuzda ıssız adalara bayrak asma işini Ömer Sami Coşar isimli ünlü bir gazeteci yürütürdü.
Onun sayesinde Türkiye ile Yunanistan bir kaç kez savaş noktasına kadar gelip, geri döndüler.
Öyle görünüyor ki aradan geçen 25-30 yılda ne Türkiye, ne Yunanistan bu konuda bir gelişme göstermeyi başaramamışlar.
Ege’de tekneyle dolaşan herkes bilir.
Bölgede bir çoğu, ayrıntılı haritalarda bile görünmeyen yüzlerce kayalık ada vardır.
Bunların çok büyük bir bölümünün kime ait olduğu bile belli değildir.
Büyük bölümü, yakınlardaki köylerden getirilip, bedavaya otlasınlar diye adaya salıverilen keçilerle doludur. Köylüler arada bir keçiler için su götürmek üzere adaya gider, gelirler.
İşte bu adalardan birisi yakında Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşa bile yol açmaya aday.
Gazeteler karşılıklı olarak bu olayı körüklemeseler, iki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları’nın bu olaya bir çözüm getirmeleri işten bile değildi.
Sonuç olarak adaların bulunduğu yerler, Yunanistan’a ve Türkiye’ye uzaklıkları, iki ülkenin karasularının genişliği gibi değiştirilemez ve aksi iddia edilemez veriler var elimizde.
Yapılacak şey, hamasi duyguları körüklemek değil, bir kaza sonucu ortaya çıkan bu sorunun çözümünü kolaylaştırmak olmalıydı.
Daha önemli sorunlar var
Haklarımızı savunacak doğru dürüst bir hükümetin bile bulunmadığı bir ülkede savaş çığlıkları atmak, ne zaman ve nerede patlayacağı belli olmayan bir fıçı barutun fitilini ateşlemek demek.
Yunanistan, sebebi bilinmeyen bir şekilde Türkiye karşısında aşağılık kompleksiyle kıvranan bir ülke.
Bu yüzden onlardan bu olaylar karşısında soğukkanlı bir davranış beklemek hayal.
Oysa, Türkiye ile Yunanistan’ın bir çözüm bulmaları gereken çok daha önemli sorunları var.
Onun için Dışişlerimize güvenelim ve bu sorunu kaşıyacak, karşı tarafı tahrik edecek hareketlerden kaçınalım.
Türk basını olarak bu sorumluluğu göstermek zorundayız.