Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Türkler tuvalet kağıdı kullansaydı…

Yazının başlığı, sizin de ilk görüşte fark ettiğiniz gibi Çetin Altan’a açık bir öykünmeyi ifade ediyor. “Mollalar kontrbas çalsaydı, İran böyle olmazdı”nın Türkiye versiyonunu gündeme getiriyor.

“Temizlik imandan gelir” diye bir ulusal motto haline gelen sözcüğün hafızamıza kazınması, muhtemelen daha okuma yazma bilmediğim yıllara dayanıyor.

İnsanların haftada bir banyo yaptıkları, ayda bir çarşı hamamında keselendikleri günlere ulaşıyor.

O yıllarda dünya bu kadar küçük bir köy haline gelmediği için, Avrupalıların, Amerikalıların her gün bir kere duş yaptıklarını bilmiyorduk. Buna rağmen nasıl olup da bizlerin daha temiz insanlar olabildiğimizi de tartışmak doğal olarak aklımıza bile gelmiyordu.

Şimdi ise çarpık kentleşme, hızla artan nüfus, belediye yatırımlarının yetersiz kalması gibi nedenlerle istesek bile çoğumuz duştan akan suyu haftada bir bile zor görüyoruz.

Tarih boyu tuvalet alışkanlığı

Oysa daha bir yüzyıl öncesine kadar atalarımızın düzenli bir tuvalet ve banyo kullanma alışkanlıkları olduğunu, o yıllarda Avrupalı asillerin bile lazımlıklara tüneyip doğal ihtiyaçlarını karşıladıklarını tarih yazıyor.

Bugün Fransızların pek öğündükleri parfümcülüklerinin gelişmesinin ardında, evlerin salonlarından sokaklara taşan bu kötü kokuyu bastırmak amacının yattığını herkes biliyor.

Şimdi gözümün önüne getiriyorum da manzaranın komikliği daha bir ortaya çıkıyor.

Diyelim ki 18. yüzyılda Paris’te sosyetik bir davettesiniz. Gümüş çatallarla, porselen tabaklarla yenilen bir yemeğin ardından evin sahibi ve erkek konukları, salona getirilen lazımlıkların üzerine tüneyip pipolarının tüttürürken bir sohbete dalıyorlar. Herkesin işi bittikten sonra uşaklar gelip bu koca lazımlıkları alıp, evin önündeki sokakta açıkta akan su arklarına boca ediyorlar.

Pisliğin ve kokunun kötülüğünün ulaştığı boyutları düşünmek bile içinizin kalkmasına yol açıyor olmalı.

Ama bunları hepsi gerçek. Ünlü Versailles Sarayı’na bile tuvalet denen şeyin yıllar sonra yaptırıldığını kim inkar edebilir?

Öte yandan aradan geçen bunca yılda hem bizlerin hem de batılıların hijyen anlayışlarında önemli değişiklikler olduğu da bir gerçek.

Bu Pazar sabahı sizlere bunları okutturmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm. Ama geçen gün temizlik kağıtları pazarlaması ile uğraşan bir arkadaşımdan duyduklarım, dehşete kapılmama yol açtı. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Geleneksel yöntemlerin sakıncaları

Türkiye’nin “temizlik kağıtları” dediğimiz ürünlerden bir yıl da kişi başına tükettiğimiz miktar 550 gramı ancak buluyor.

Bu 550 gramın ise yalnızca 200 gramı tuvalet kağıdı. Geri kalanı da peçete, mutfak havlusu, kağıt mendil gibi ürünlerden oluşuyor.

Bir rulo tuvalet kağıdının 100 gram civarında geldiğini de dikkate alırsanız, bir yılda kişi başına tükettiğimiz tuvalet kağıdı miktarı iki ruloyu geçmiyor.

Yunanistan’da ise bir yılda kişi başına tüketilen tuvalet kağıdı miktarı bizdekinin 9 katı kadar. Batıya gittikçe oran yükseliyor. Batı Avrupa ortalaması bizim tüketimimizin 20 katı, Amerika ortalaması ise bizim tükettiğimizin tam 50 katı.

Piyasa verileri, Türkiye nüfusunun ancak yüzde 16’sının tuvalet kağıdı kullandığını gösteriyor. Tuvalet kağıdı üreticilerinin hedef kitlesi olan ve kısaca A, B ve C sosyo ekonomik grup olarak nitelendirilen, zengin ve üst orta sınıfın ise ancak yüzde 45’i tuvalet kağıdı tüketiyor.

Geri kalanların ne yaptığını merak ettim. Arkadaşım “geleneksel yöntemleri kullanıyorlar” diye cevap verdi.

Geleneksel yöntemler ise herkesin bildiği gibi su ile taharetlenmek ve yaprak, taş, atık kağıtlar gibi sağlıklılığı son derece tartışmalı malzemeleri kullanmak şeklinde ortaya çıkıyor.

Kentsel nüfusun ezici bir çoğunluğu Türkiye’ye özgü su ile taharetlenmeyi tercih ediyor.

Gavur icadı klozetlere sonradan takılma muslukların bulucusunun kim olduğunu bilmiyorum, ama bu yaratıcı zekanın geleneksel yöntemleri çok iyi bilen bir Türke ait olduğuna kalıbımı basarım.

Su ile taharetlenmek ilk bakışta hijyen açısından daha sağlıklı görünüyor. Ancak, bu suyun kurulanması ve ellerin mikroptan arındırılması meselesi gündeme geldiğinde bütün sağlık kuralları unutuluyor.

Tuvalet kağıdı kullanma alışkanlığımız olmadığı için ya da tuvalet kağıtları su ile temas eder etmez eridikleri için halkın büyük bir çoğunluğu bu işi bir bez parçası kullanarak çözümlüyor.

Bu bezlerin nasıl bir mikrop bombası olarak evlerimizin içinde, tuvaletlerimizde bulunduğunu anlatmama bilmem gerek var mı?

Öte yandan su kullananların da genel hijyen kurallarından habersiz oldukları yine piyasa verilerinden açıkça ortaya çıkıyor.

Türkiye’de hijyen ve sağlık sorunları

Oysa Türkiye’de kişi başına sabun tüketimi de acınacak seviyede. Bir yılda kişi başına ancak 760 gram sabun tüketiyoruz. Klasik büyüklükteki bir beyaz sabunun 200 gram civarında olduğunu düşünürseniz, bir yılda kişi başına kullandığımız sabun miktarı 4 kalıbı bile bulmuyor.

Üstelik bu sabunları sadece tuvaletlerden sonra değil, banyo yaparken de, yemeklerden önce ve sonra ellerimizi temizlerken de kullanıyoruz.

Kişi başına düşen deterjan tüketimimizin de yılda 1,5 kiloyu zor bulduğunu düşünürsek, bu 4 kalıp sabunun bir bölümünü de çamaşırlarımızı yıkarken kullanıyoruz demektir.

Demek ki tuvaletten çıktıktan sonra ellerini sabunla yıkayanların sayısı da tahminlerin çok daha altında kalıyor.

Bu hijyen alışkanlığımızın ne kadar büyük sağlık sorunları yarattığını bilmiyorum söylememe gerek var mı?

Çözülmeyi bekleyen binlerce sorunumuzun içinde bu sorunun oldukça ön sıralarda yer kapladığını düşünüyorum.

Türklerin tümünün tuvalet kağıdı kullanmaya başladığı bir ülkede yaşamak istiyorum.