Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Cinsellik ve modern kent yaşamı

Amerikan HBO televizyonunun geçen sezonun ‘en iyi tv dizisi’ ve ‘en iyi kadın oyuncu’ dallarında ‘Altın Küre’ ödüllü dizisi “Sex and The City”, Adem ile Havva’dan bu yana sorulan bir sorunun yanıtını arıyor: Kadınlar da erkekler gibi sadece seks yapmış olmak için seks yapabilirler mi?

Yani aşık olmadan, herhangi bir şey ‘hissetmeden’, sırf o anda canları öyle istediği ya da sadece karşılarındaki erkeği fiziksel olarak çok çekici buldukları için birisiyle yatabilirler mi?
Dizinin başrol oyuncusu Sarah Jessica Parker New York’ta yaşayan bir İngiliz gazeteciyi (Carrie Bradshaw) oynuyor. Dizi Candace Bushnell’in aynı isimli ‘best seller’ romanından uyarlanmış. ‘Cinsel antropolojist’ olarak bir gazetede ‘Cinsellik ve Kent’ başlıklı bir köşe yazan Carrie, Manhattan’da 20’li yaşlarının sonuna gelmiş yalnız kadınların, “günah çağı”ndaki davranış biçimlerini anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.
Bizim televizyonlarımızda bu tür diziler pek itibar görmüyor. Bireyin insani sorunlarını herkesin gözünün önünde tartışmaya demek ki pek hazır değiliz diye düşünüyorum. Yılan Hikâyesi ve Deli Yürek gibi diziler herhalde biz Türklerin ‘sürreel’ yaşamlarına daha çok uyuyor olmalı.
18. yüzyılın sonlarında Beaumarchais “susamadan su içmek ve her zaman sevişebilmek insanları hayvanlardan ayıran tek şeydir” diyordu. Peki o zaman insan türünün erkeğinin cinselliğe daha açık olması, buna karşılık dişisinin ‘daha seçici’ olmasını nasıl açıklayabiliriz? Yoksa yine aynı devrin bazı düşünürlerince öne sürülen “kadınlar da erkekler gibi hayal gücüyle donatılmış olsalardı, gezegenimiz ahlaksızlığa gömülür ve insan türü cinsi duygularına kapılarak ortadan kalkar, yok olup giderdi” tezi mi doğru? Kadın cinselliğinin ‘türü yok olmaktan koruyan’ bir zırhla kaplanmış olması, bu durumda ‘doğanın kurduğu temel bir denge’ olarak algılanmış olmalı.
Bu da bizi kaçınılmaz olarak ‘cinselliğin’ esasen bir içgüdü olduğu noktasına götürüyor ki, o zaman hayvanların neden sadece üremek için cinsel ilişki kurduklarını, buna karşılık insan cinselliğinin neden ‘zevk’ boyutu da içerebildiğini açıklayamıyoruz.
Demek ki bunun bir ‘içgüdü’ olduğu görüşü çok da doğru değil.
İnsan cinselliği bir içgüdüden kaynaklanmadığına göre, türümüzü hayvanlardan ayıran en önemli şeye dayanıyor olmalı: Akla ve öğrenme yeteneğine..
Bu bize ‘anaerkil’ dönemdeki kadın cinselliğini açıklama olanağı da verecek bir kavram.
Günümüzde erkek cinselliği herhangi bir sınır tanımadan o kadından bu kadına kolayca kayabiliyorsa, ya da sadece cinsel haz için ‘paralı’ ilişkiye de yönelebiliyorsa bunun sebebi de bu olmalı. Aynı şekilde kadınların ‘erkekler gibi yapamıyor olmaları’nın nedeni de bu olmalı: Çünkü böyle öğrendik. Böyle olması gerektiğini öğrenerek büyüdük ve böyle olması gerektiğini öğreterek çocuklarımızı büyütüyoruz.
Bu yüzden modern kentli yaşamın getirip önümüze koyduğu bu soruna karşı hazırlıksızız. Kuşaklar boyu bize öğretilenin tam tersiyle karşılaşmış olmamız bizi ürkütüyor, onu reddetmemize, yok saymamıza yol açıyor.
Ama reddetsek de böyle bir ‘şey’ var. Dünyanın büyük metropollerinde olduğu gibi, ülkemizin büyük metropollerinde de var. Biz Türklerin diğerlerinden farkı ise bunu anlamak için hiçbir çaba göstermiyor olmamız. Çünkü biz hâlâ ‘modern bireyler’ olmayı başaramadık ve bireylerin sorunları üzerine kafa yormak bizde hâlâ ‘toplumsal gerçekliğe ihanet’ gibi algılanıyor. Bireyin, modern yaşamdan kaynaklanan insani sorunları yok sayılıyor.