Diyanet’in söyleyecek sözü yok mu?
Eskiden de böyleler miydi yoksa sosyal medyanın sağladığı kolay şöhret olanaklarının tadını mı çıkartıyorlar, bilemiyorum.
Son günlerde birbiri ardına ortaya atılıp, din adına acayip açıklamalar yapan tiplerden söz ediyorum.
Kimisinin adının başında “imam” yazılı, kimisi ilahiyat profesörü bile olabilmiş.
Araya ezberden söyledikleri ve ayet ya da hadis olduğunu iddia ettikleri Arapça cümleler de katarak öyle şeyler anlatıyorlar ki hayret ve bazen dehşete kapılarak izliyoruz.
Namaz kılmayanların öldürülebileceği yorumunu tane tane anlatan profesör de var, kendi sapık hayallerinde yarattığı cinsel fantezilerini anlatan da.
Küçücük kız çocuklarının giysilerinden cinsel çağrışımlar çıkaran da var müzik dinlemenin insanı zinaya ittiğini söyleyen de.
“Seks satar” kuralını belli ki çok iyi öğrenmişler, ağızlarının suyunu akıtarak anlatıyor da anlatıyorlar.
Onun için hangi konuyu açarlarsa açsınlar dönüp dolaşıp kadın – erkek ilişkilerine getiriyorlar.
Dünyanın her yerinde dindarlar arasında böyle aşırı eğilimlere sahip olanlar var elbette.
Sadece semavi dinlerde değil dünya yüzünde “din” diye tasnif edebileceğimiz bütün öğretilerin izleyicileri arasında bunlara rastlanabiliyor.
Onun için Türkiye’de de böyle aşırılıkçı tiplerin olması normal, yadırgamamak gerek belki de.
Ancak öyle anlaşılıyor ki bu tiplerin arasında aynı zamanda “devlet memuru” sıfatını taşıyanlara da sadece Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde rastlanıyor.
Afganistan, İran, Suudi Arabistan gibi yerlerde bu normal bir durum çünkü devletin resmî ideolojisi zaten dinin böyle aşırı yorumuna dayanıyor.
Tuhaf olan Türkiye Cumhuriyeti’nin memurları arasında bunların bulunması.
Laik devletin, camiye aşırılıkçı tarikatlar hâkim olamasın diye kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın memurları bunlar.
Kurumun görevi de kanunla şöyle tarif edilmiş:
“İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek.”
Ve bu kurumun memurları, küçücük kız çocuklarının sıkı sıkıya örtünmelerini, örtünmedikleri takdirde başlarına geleceklerden sapıkların sorumlu olmayacağını anlatabiliyor.
Ve gözler ister istemez Diyanet İşleri Başkanlığı’na dönüyor.
Bu adamlar doğru mu söylüyorlar yoksa kendi kafalarındaki bir şeyi İslam’a mı mal ediyorlar?
Ve Diyanet’ten ses çıkmıyor.
Bunu nasıl yorumlamalıyız?
İslam, gerçekten bu adamların anlattığı gibi bir din ise yöneticilerimiz İslamofobiden niye yakınıyorlar?
Böyle bir İslam inancından korkmak için Batılı olmak da gerekmiyor, bizler gibi bu tiplerle aynı kentlerin sokaklarını paylaşanlar daha çok korkmalı aslında.
İslam bu adamların anlattıkları gibi değilse Diyanet niye susuyor? O tipler nasıl oluyor da hâlâ camilerde görev yapabiliyor?
Diyanet’in “din konusunda toplumu aydınlatmak” görevi yok muydu?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fetullahçı çetenin darbe girişiminden bir yıl sonra yaptığı bir konuşmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Fetullahçı çete konusunda toplumu uyarmakta “çok ama çok geç kaldı” diye eleştirmişti.
O konuşmasından not ettiğim bir bölümü hatırlatayım:
“Diyanet İşlerinin görevi İslam’ı en doğru, en sağlıklı şekilde topluma ve elbette çocuklarımıza öğretmektir, anlatmaktır. Görüldüğü gibi boş bırakılan her alanı birileri gelip dolduruyor. Onun için alanları boş bırakmaya tahammülümüz yok.” (5 Ağustos 2017)
Evet, Cumhurbaşkanı’nın talimatı bu.
Diyanet’in boş bıraktığı alanı geçmişte Fetullahçılar doldurmuştu, belli ki şimdi o alanda at koşturma sırası selefilerde, İsmail Ağacılarda, Menzilcilerde. Bunlar ilk sırada akla gelenler. Başka tarikatlar da var kuşkusuz. Aralarında “badeci” tarikatlardan da var mı bilemiyorum.
Diyanet İşleri Başkanı’na önerim, siyasete biraz ara verip, kanun kendisine verdiği görevi yerine getirerek maaşını hak etmesi.
Bu vesileyle Mehmet Âkif’i de rahmetle analım:
“Tedbîre tevessülde olanlar mütekâsil
Bilmez de hatîatını haml-i kader eyler.”
(Tedbir almakta tembellik eden, günahlarını bilmez kadere yükler.)
——————————
HSK gariptir, her lafı kaldırmaz!
Gazeteci Timur Soykan’ın “mafyanın polisleri, yargıçları, savcıları var” açıklamasına HSK sert bir yanıt verdi.
HSK’nın açıklaması şöyle:
“Yargı mensupları ile ilgili iddialar Kurulumuzca hassasiyetle takip edilmekte olup mevzuatımızdan kaynaklanan görev ve yetkilerimiz çerçevesinde durum ele alınarak süratle gerekli işlemlere tevessül edilmektedir.”
Bu kadar “hassas” oldukları için kendilerine teşekkür ederim ancak aylardır burada çok açık bir yolsuzluk iddiasında bulunuyorum, HSK’dan da konunun muhatabı olan savcı ve hâkimden de çıt çıkmıyor.
Bir savcı ve bir hâkim el ele verdiler ve Sezgin Baran Korkmaz’ın mal varlığı üzerindeki tedbir kararını, olmayan bir MASAK raporunu varmış gibi göstererek kaldırdılar.
Bu karar sayesinde tedbirden kaçırılan mal varlığının 150 milyon dolar olduğu da iddia ediliyor.
Bu nasıl olabildi?
Savcı ve hâkim bu işi yukarıdan gelen bir talimatla mı yaptılar, rüşvet mi aldılar?
Bunu HSK merak etmiyor mu?
O savcı şu anda Adalet Bakanı Yardımcısı sıfatıyla HSK’nın da bir üyesi.
Kendi aralarında bile merak edip sormadılar mı?
“Gerekli işlemlere tevessül edilmektedir” diyorlar da bu olayı soruşturmaya niye tevessül edemiyorlar?
——————————