Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hayaller ve gerçekler

Hayaller ve gerçekler
Türkiye Varlık Fonu sahipliğinde ve Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı koordinasyonunda tamamlanan İstanbul Finans Merkezi'nin bankalar etabının açılışı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla gerçekleştirildi. ( TCCB/Murat Çetinmühürdar - Anadolu Ajansı )

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün İstanbul Finans Merkezi’nin açılışını yaptı.

Bu binaların bitirilebilmesi için müteahhitlere, Varlık Fonu’ndan 1 milyar 670 milyon TL ödediğimizi hatırlıyor musunuz, bilmiyorum. İnşaatları tamamlamak için bu bedelin üzerine ne kadar harcandığını da henüz bilmiyoruz.

Erdoğan, yeteri kadar yüksek bina yapar ve adına “İstanbul Finans Merkezi” derse, İstanbul’un dünya ölçeğinde bir finans merkezi olabileceği ile ilgili bir kanıya sahip.

Ama işler öyle yürümüyor.

Global Finance Center Index isimli bir araştırma var, daha önce de bu köşede sözünü etmiştim.

Bu araştırmanın 33. Raporu geçtiğimiz mart ayında yayınlandı.

Buna göre İstanbul, bir önceki döneme göre 13 sıra gerileyerek 90. Sıraya düşmüş bulunuyor.

Oysa bu hevesin Erdoğan tarafından dillendirildiği 2015 yılında, İstanbul bu raporda 42. Sırada yer alıyordu.

Eski raporlarda çok gerilerde olan Atina bile İstanbul’un 6 sıra önüne geçebilmiş.
İstanbul neden geriliyor sorusunun yanıtı, global finans merkezi olabilmek için aranan koşullarda yatıyor.

Birincisi yolsuzluk ve kanunların hakimiyeti konusu. Yolsuzlukları önleyemiyorsanız, kanunları herkese eşit olarak uygulayamıyorsanız, puan kaybediyorsunuz.
İkincisi vergi kanunları. Bunların basit, adil, öngörülebilir ve şeffaf olması aranıyor.
O da bizde yok!
Basit ve adil değil, öngörülemiyor ve vergi, hükümetlerin beğenmedikleri kişileri, şirketleri cezalandırdığı bir silaha dönüşmüş durumda.
Üçüncüsü insan kaynakları. Bilgili, iyi eğitimli ve yetenekli insan kaynağı gerekiyor. Türkiye, eğitimli işgücünü yurtdışına kaçırmaya başlayan bir ülke ve eğitim sistemimiz gelecek için alarm veriyor.

Alt yapı yeterlilikleri, gelişmiş bir finans piyasasının varlığı, güvenlik gibi konularda da puanımız parlak olmadığı için İstanbul geriliyor.

Ekonomi ve sosyal gelişmişlik konusunda istediğiniz kadar pembe tablolar çizin, Türkiye’de yaşananlar dünyada bu işleri takip edenlerin gözünden kaçmıyor.

Bu yargı düzeniyle, bu kanunlarla, bu eğitim seviyesiyle ve asla önlenmek istenmeyen yolsuzluklarla varabildiğimiz yer bundan ibaret.

Sadece bina yaparak finans merkezi olunamıyor.

——————————-

Erdoğan “irrasyonel seçmen” peşinde

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a göre “ötekiler sadece konuşmayı biliyorlar.”

Kendisi konuşmaktan çok daha fazlasını yapıyormuş çünkü.

“Biz söylediğimiz her şeyi yapmayı namus borcu olarak biliyoruz” diye anlatıyor.

Erdoğan hükümeti, 2012 yılının sonunda, içinde bulunduğumuz 2023 yılında gayrı safi yurt için hasılanın 2 trilyon ABD dolarına çıkacağını, kişi başı milli gelirin 25 bin dolara ulaşacağını, 500 milyar dolar tutarında ihracat yapılacağını ve Türkiye’nin dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına gireceğini vadetmişti.

İşsizlik yüzde 5’e düşecek, enflasyon kalıcı olarak tek haneli rakamlara inecekti.

Geçtiğimiz gün bizzat kendi ağzından dinledik, 2028 yılında kişi başı milli gelirin 16 bin dolara çıkacağını müjdeliyordu! Hani 2023’te 25 bin dolar olan hedef nerede?

10 yıl önce 2 trilyon dolar diye belirlediği hedefin üçte birine ancak gelebildik.

Artık ilk 20 ekonomi içinde bile değiliz, nerede kaldı onuncu sıra?

Son 60 yılda Türkiye ekonomisinin dünya içindeki yeri 17. Sıra ile 21. Sıra arasında gidip gelmiş.

Ekonomimiz içinde bulunduğumuz yılda tarihin en düşük performansını gösteriyor.

500 milyar dolarlık ihracat sözü de tutulmamış durumda, yarısını yakalayabildik.

Çalışma çağındaki vatandaşlarımızın yarısına yakını işsiz, iş bulmaktan ümidini tamamen kesenleri çıkarttığınızda bile işsizlik yüzde 10.

Tabii ucuz demagojiye kaçıp Erdoğan’a “hani söz namustu” gibisinden bir soru sormayacağım.

Erdoğan yönetiminde, bütün bunların gerçekleşemeyeceği, bu hedeflerin açıklandığı tarihte de görülebilecek şeylerdi.

Ve Erdoğan da kuşkusuz ki o tarihte verdiği sözleri tutamadığını biliyor.

Ancak çıkıp “kusura bakmayın, ben kendimi iktisatçı zannettim, başımıza bunlar geldi” diyemeyeceği için de “söyleneni yapmak namus borcudur” diyor.

Biliyor ki seçmenin ezici çoğunluğu geçmişte verilen sözlerin neler olduğunu hatırlamayacak, onlara bu gerçekleri hatırlatmaya çalışanların sesi de o seçmen kesimine asla ulaşamayacak.

Nitekim dün İstanbul Finans Merkezi’nin açılışında yaptığı konuşmada şöyle diyor:

“Ekonomide sıkıntı varmış, yoo. Biz gayet yolumuza devam ediyoruz.”

Çarşıda, pazarda gezenler, kahvehaneleri dolduran işsizleri görenler “yolumuza gayet devam edilmediğinin” farkındalar ancak gördüğünüz gibi Erdoğan, tersini söylerse vatandaşları ikna edebileceğine inanıyor.

Bunun tamamen temelsiz bir strateji olduğunu söyleyemeyiz.

Seçmenlerin sadece rasyonel kararlarla oy vermediğini biliyoruz. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın hemen tüm demokrasilerinde bu böyle.

Seçim yapılan diktatörlükler de var elbette ancak o tür seçimleri, sonucu önceden belirlenmiş seçimler olarak kategorize etmeliyiz.

Bizim arızalı demokrasimizde seçim, hâlâ sonucuna vatandaşların karar verdiği bir süreç olarak işliyor.

AKP’nin kampanya filmini izlerken Erdoğan’ın kürsüde vermeye çalıştığı “seçimi zaten kazanmış lider” havasının senaryoya yansımadığını düşündüm.

Manava gelen kadının “üç kilo portakal” siparişi vermesiyle başlayan ve “AKP’den vaz geçmemek” fikrini işleyen filmden söz ediyorum.

Aradan geçen 22 yıldan sonra söyleyecek yeni bir şey kalmadığını gösteren bir film bu.

Soyut bir gelecekten söz ediliyor ama o gelecekte bizi neyin beklediği ile ilgili somut bir vaat de yok.

Belli ki Erdoğan seçmenin “irrasyonel” yönüne hitap etme çabasında.

Seçmenin her zaman rasyonel tercihlerde bulunmadığı gerçeğinin lehine işleyebileceği bir damar olduğunu düşünüyor.

Birlik, beraberlikten söz ederken “kültürel farklılıklara” vurgu yapan görsel yapının amacı bu.

Bunu kırabilecek olan şey ise Millet İttifakı’nın tüm unsurlarıyla birlikte daha görünür olması olabilir.

Erdoğan’a ikinci turda seçimi kazanma ümidi veren de bu birlik görüntüsünün hâlâ tam olarak sağlanamamış olmasıdır diye düşünüyorum.

———————-