Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

İttifaksız olmaz

Seçimlerin ardından özellikle muhalefet ittifakını oluşturan partilerin, yenilgi nedeniyle “müttefiklerini” açık – örtülü suçladığına tanık olduk.

Hatta yenilgiden doğrudan doğruya “ittifak sistemini” sorumlu tutanlar da oldu.

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partileri yerel seçimlere ayrı ayrı girmeye çağırdığı konuşmasının bir yerinde şunu söylüyor:

“İttifak sistemi esas olarak Türk siyasetinin dinamiklerine zarar veriyor. Partilerin kendilerine ait siyaset alanlarını gittikçe zayıflatıyor. Kutuplaşan siyaset, toplumsal ayrışmayı derinleştirip, iktidarın değirmenine su taşıyor.”

Akşener de elbette farkında, başkanlık sisteminin doğal sonucu bu.

Son derece güçlü bir yürütme organının (Cumhurbaşkanının) seçilebilmesi için rakibinden bir tek oy fazla alması yeterli.

Bunun sonucu kaçınılmaz olarak siyasi partiler arasında ittifak kurulması oluyor.

Ve kendisine katılmıyorum, ittifaklar, Türk siyasetinin dinamiklerine zarar da vermiyor.

Tam tersine seçim ittifakları, siyasi uzlaşma kültürü hayli zayıf bir toplumun, kendisinden farklı olan ile bir arada olabileceğini görmesini de sağladı.

Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu değil de araştırmalara göre “daha seçilebilir” görünen İmamoğlu ya da Yavaş olsaydı, bu ittifak Cumhurbaşkanlığı seçimini de kazanabilirdi.

Türkiye’yi başkanlık sistemine geçiren Anayasa değişikliği 16 Nisan 2017’de yapılan referandumla kabul edildi.

24 Haziran 2018 seçiminden beri de başkanlık sistemi ile yönetiliyor ve bu beş yıllık süre, ülke siyasetini doğal rayına oturabilmesi için yeterli bir süre değil.

Görünür gelecekte parlamenter sisteme dönüşü sağlayacak bir siyasi irade de ortada olmadığına göre bu sistem ile devam edeceğiz ve belki üç – dört seçim dönemini daha böyle çok partili olarak geçireceğiz.

Ancak bu sistemin kaçınılmaz sonucu siyasetin iki kutuplu hale gelmesi olacak.

Türkiye’nin kendine özgü şartlarının bir sonucu olarak bu iki ana kutbun arasında bir de Kürt siyasi hareketi yer alacak.

Süreç ilerlerken marjinal partilerin bu son seçimde olduğu gibi gerçekte sahip olmadıkları bir gücü kullanmayı başaracaklarını da göreceğiz, buna da şaşırmamak gerek.

Ancak siyaset, dışarıdan radikal bir müdahale olmadığı sürece böyle akacak ve sonuçta iki ana gövdenin etrafında toplanacak.

Bu kez ittifaklar, o ana gövdelerin içinde gerçekleşecek.

Kendisini “milliyetçi” olarak tanımlayan partilerden birinin (ya da ikisi bir arada) bu ana gövdelerden sağdakini oluşturabilmesi ise bu partilerin siyaset üretebilmeleri ile mümkün.

MHP de İyi Parti de bugün için bundan hayli uzaktalar.

Bunun bir nedeni Türk milliyetçiliğinin, pro Amerikan “Türk – İslam Sentezi” ideolojisi ile iğdiş edilmiş olması.

Bir diğer nedeni ise her iki partinin de “siyasetsiz” görünmeleri. Durumları, denizin ortasında rüzgârsız kalmış bir yelkenliye benziyor.

Devlet Bahçeli’nin, son seçimlerde milliyetçi oylardaki artışa dikkat çekerek ortaya attığı “Milliyetçi Ligin”, Türk siyasetinde bir ana gövdeye dönüşmesinin önündeki en büyük engel bu.

Bu iki partinin Türkiye’nin temel meseleleri ile ilgili olarak ortaya koydukları, açık seçik elle tutulur bir programları olmadığı gibi politik tutumları “tepkisellikten” öteye geçmiyor.

 

Onun için bu durumlarını sorgulayıp değiştirmedikleri sürece, milliyetçilerin “ittifakların küçük ortağı” olma durumları da değişmeyecek.

Öte yandan üzerinde bir yıl boyunca çalışılmış, tartışılmış ve altında Meral Akşener’in imzası da bulunan bir “ortak politikalar mutabakat metni” de var.

O metin altındaki imza, hâlâ Meral Akşener’e ait ise ortak politikaların yerel düzeyde hayata geçirilmesi için ittifak yapmaya neden karşı?

————————–

Kararı Saray verecek

Hakimler ve Savcılar Kurulu, Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza ile ilgili itirazı görüşecek istinaf mahkemesinin başkan ve bir üyesini görevden aldı.

Şaşırtıcı bir durum sayılmaz, söz konusu mahkumiyeti veren mahkemenin yargıcı da yine HSK tarafından, yargılama sırasında değiştirilmişti.

Öyle görünüyor ki HSK işini sağlama olma konusunda son derece kararlı.

İstinaf mahkemesi kararı onaylayınca benzeri bir “tedbirin” Yargıtay’da alınma ihtimali ne kadardır bilmiyorum ama şunu biliyorum ki İmamoğlu ile ilgili kararı verecek olan HSK’nın hâkimleri değil.

Evet, onlar bu sıfatı haizler ancak bu kadro ve bordro durumları nedeniyle geçerli bir sıfat.

Kararı verecek olan kişi Beştepe Sarayı’nda yaşıyor ve o da kararını “delil durumuna” göre değil, seçim araştırmalarına bakarak verecek.

Eğer İmamoğlu’nu seçimde yenebileceklerini gözü keserse mahkemelerden bir olumsuz karar çıkmaz, İmamoğlu seçime girer.

Eğer AKP adayının İmamoğlu’nu yenme ihtimali kritik bir durum gösterirse mahkemeler “gereğini düşünür” ve İmamoğlu siyasi yasaklı hale getirilip, yarış dışına çıkarılır.

Birçok kişi Erdoğan’ın böyle bir yola sapıp İmamoğlu’na mağduriyet bahşetmeyeceğini düşünüyor ancak unutmayalım ki Erdoğan için birinci öncelik her zaman önündeki seçimi kazanmak.

Gerisi, onun için daha sonra düşüneceği teferruat.

—————————–

Yakın ve açık tehlike!

Türk polisinin “sosyal medya tepkilerine göre” gerçekleştirdiği operasyonlardan biri daha geçenlerde İstanbul’da yaşandı.

Araplara özgü giysiler giyerek İstiklal Caddesi’nde para saçarak yürüyen iki kişiden biri yakalandı.

Söz konusu kişi “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılamak” suçlamasıyla mahkemeye sevk edildi.

Polis, görüntülerin 2022 yılına ait olduğunu da tespit etmiş.

Bu durumda nasıl olup da “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasının yöneltildiğini anlayamadım.

Çünkü bu suçun oluşması için “kamu güvenliği, toplum huzuru ve barışına karşı açık ve yakın tehlikenin” ortaya çıkması gerekiyor.

2022 yılında “kamu güvenliği, toplum huzuru ve barışına karşı açık ve yakın tehlike” ortaya çıkmadığına göre 2023 yılının Ağustos ayında bu gözaltılar ve suçlamalar nasıl yapılabiliyor?

—————————