Nihat Erim’e mi özeniyorlar?
Yargıtay’ın “Anayasal düzene karşı darbe kalkışması” sayılması lazım gelen kararının ardından dillerin altındaki baklalar çıkmaya başladı.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “iki mahkeme arasındaki görüş farkını TBMM çözer” dedi.
Tuhaf bir durum; benzeri bir şeyi eski TBMM Başkanı ve eski Adalet Bakanlarından Cemil Çiçek de söylemişti.
Çiçek, herkesi “sağduyuya” davet edip, “TBMM’nin üstünlüğüne” dikkat çekmişti.
TBMM’nin “üstünlüğünün” ne olduğu belli: Kanun çıkarabilir, Anayasa’yı değiştirebilir.
Bunların arasında iki mahkeme arasındaki sorunu çözmek için “arabuluculuk yapmak” gibi bir durum yok.
Zaten Anayasa, böyle bir durumun olabileceğini öngörmüş, iki mahkeme arasındaki uyuşmazlıklarda Anayasa Mahkemesi (AYM) kararının kesin olduğunu söylüyor.
Erdoğan’ın Yargıtay’a “yüksek mahkeme” demesi, onu getirip AYM ile aynı hizaya koymuyor. Çünkü Yargıtay’ın yapacağı hukuki hatalara karşı da gidebileceğimiz iki yerden biri AYM, diğeri AİHM. Nitekim bu son olayda da AYM kararı uygulanmadığı için Can Atalay’a, AİHM yolu görünmüş oluyor.
Yargıtay “hapursa da köpürse de” bunu değiştirebilecek bir durumda değil. Anayasa değişmediği sürece!
Onun için Adalet Bakanı’nın yapacağı belli: Bir kanun çıkaracaklar, Anayasa Mahkemesi’nin çalışma usullerini değiştirecekler. Anayasa’nın 14. Maddesinde belirtilen suçların neler olduğunu tek tek yazacaklar. Ya da yeterli sayı bulunursa doğrudan bir Anayasa değişikliği yapılacak ve sorun Erdoğan rejiminin hukuktan daha da uzaklaşmasıyla çözülecek.
Evet, bunu yapabilirler mi, yapabilirler.
Peki bu Can Atalay hakkında verilen ihlal kararını değiştirebilir mi?
Hayır, değiştiremez.
AYM bir karar verdi ve Anayasa, o kararın uygulanmasını emrediyor.
Bu tarihten sonra kanun ya da Anayasa değiştirerek bu karar yok edilemez.
Tabii yeni Türkiye “makabline şamil yasalar” çıkarılabilen bir ülke olacak ise o başka.
Bu konunun Türkiye gündemine en son 12 Mart darbesinin Başbakanı Nihat Erim’in ağzından girdiğini hatırlıyorum.
Türkiye’nin ağır bir faşizm altında yaşadığı yıllarda!
Rabbim aradan geçen bunca yıldan sonra aynısını bir de İslamcı faşistlere mi nasip edecek?
——————————-
Aşılan şey “eleştiri sınırı” değil, yargı bağımsızlığı
Yargıtay, 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa’ya karşı darbe girişimini savunan bir açıklama yaptı.
Açıklamadan bir paragrafın altını çizdim:
“Anayasa Mahkemesinin uygulamalarının doğurduğu hukuki sonuçlar gözetilmeksizin, bir yüksek mahkeme olan Yargıtay ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yargısal görev ve yetkisi kapsamında verdiği kararlara yönelik yüksek yargı kurumlarının saygınlığını zedeleyen ve eleştiri sınırlarını aşan haksız tepkiler üzüntüyle karşılanmaktadır.”
Şunu söyleyeceğim: Sadece “yüksek” olanların değil, tüm yargı kurumlarının saygınlığı konusu, bu kurumları eleştirenlerden önce bu kurumların kendilerinin sorumluluğundadır.
Bu da öncelikle yargıçların, mesleklerinin gerektirdiği gibi davranmaları ile mümkün olur.
Öncelikle, “HSK beni sürer, Reis kızar, beni buraya tayin eden güç” gibi kavramları kafalarından silecekler.
Bağımsızlıklarına sahip çıkacaklar ki Türkiye’yi giderek hukuk devleti olmaktan uzaklaştıran, bir polis devletine dönüştüren uygulamalar son bulsun.
Bunu yapamadıklarını görüyoruz. Ve bu yargı kurumlarının saygınlığını ciddi olarak zedeliyor, sorumlusu da bu durumu eleştirenler değil, o eleştirileri haklı kılanlardır.
AYM önündeki dosyaların yüz bini geçmesinin, AİHM’ye başvuruların on bini geçmesinin, AİHM’ye en çok hak ihlali başvurusunun Türkiye’den gitmesinin sorumlusu da eleştirmenler değil, doğrudan doğruya mahkemelerimiz.
Yani ortada Yargıtay’ın açıklamasındaki gibi “eleştiri sınırlarını aşan haksız tepkiler” filan yok.
Kaldı ki konu kamusal bir mesele olduğuna göre “eleştirinin sınırları” neredeyse sınırsıza yakın olmalı.
Yargıtay’ın bu konuda verdiği kaç karar var, oturup saymaya zaman yetmez.
Demokrasilerde bu işler böyle yürüyor.
Kurumlar kendi saygınlıklarını kendi icraatlarıyla koruyor, eleştirenler de gerektiğinde sert ve ölçüsüz olabiliyor ki kurumlar, kendi kendilerine çeki düzen verebilsinler.
—————————-