Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Uçucu – kaçıcı erkek meselesi

Uçucu – kaçıcı erkek meselesi

Meslek hayatımdaki en eğlenceli anılardan biri Erkekçe’de yayımlanan Zeki Müren röportajıydı.

Söyleşiyi Ahmet Kahraman yapmıştı.

O günlerde eline bir teyp alan ve kendisine gazeteci süsü veren herkesin böyle uzun söyleşiler yapması zaten mümkün değildi.

Yanlış hatırlamıyorsam söyleşinin tamamlanabilmesi için Kahraman ile Müren üç ya da dört kez buluştular, her görüşme iki – üç saat sürmüştü.

Her buluşmanın ardından kasetler çözülüyor, Hıncal Ağabey’in odasında toplanılıp, okunuyor ve yeni sorular çıkıyordu.

Hıncal Abi o zamanlar da bu zamanlar gibiydi; kolayca beğenmezdi.

Ben Genel Yayın Müdürü Yardımcısı, Ali Kocatepe Yazıişleri Müdürüydü, neler çektiğimizi tahmin edebilirsiniz.

Söyleşinin spotlarını bana kaç kere yeniden yazdırttığını bile hatırlamıyorum; işin benim için sıkıntılı yönü de buydu ama sanırım Erkekçe Söyleşilerini farklı kılan da bu titizlik ve vasat olanı kabul etmeme konusundaki direnciydi.

Bana da rahmetli Mehmet Ali Kışlalı ve Hıncal Uluç’tan bulaştı bu huy, ne yapabilirim ki?

Playboy’daki Interview bölümünden esinlenilmişti, o zaman onlar kadar çok paramız olmadığı için söyleşileri Marquez, Miller filan gibi yazarlara yaptıramıyorduk ama Ahmet Kahraman, Avni Özgürel de her ay üzerinde çokça konuşulacak söyleşiler yapmayı başarıyordu.

Merak etmeyin buradan askerlik anılarıma atlayacak kadar yaşlanmadım henüz, konuya girmeye çalışıyorum.

Zeki Müren, o söyleşide “bugüne kadar beş bin kadınla yattım” demiş, doğal olarak bu da derginin kapağındaki yerini almıştı.

Zeki Müren’in 5 bin kadınla yattığını iddia etmesini hatırlamama Armağan Çağlayan’ın kendi kanalında yayınladığı Erhan Yazıcıoğlu söyleşisi neden oldu.

Yazıcıoğlu da ciddi bir hastalık atlattı ve sağlığına kavuştu, bu vesileyle geçmiş olsun dileklerimi de iletmiş olayım.

Yazıcıoğlu, Çağlayan’a şunu söylemiş:

“Çapkınlığı severim hocam, 11 kere nişanlandım.”

Niye bu kadar çok nişanlanmış bunu bilmiyorum. Belki annesi kızıyordu resmiyete dökmeden bir kadınla ilişki kurmasına, belki de kız tarafı bastırıyordu.

Erkeklerin çapkınlığı sevmesi gibi belki de: “Skor uydurmayı” da severler, çevrenizden bilirsiniz.

Bugüne kadar bu konuda gördüğüm en büyük “rekor iddiası” Warren Beatty’nin “on iki küsur bin kadınla yattığı” haberiydi.

Bilmiyorum kadınlar böyle skorlarla övünürler mi, benim tanıdığım kadınlar da erkekler de bu konuda konuşmazlar.

Belki de konuşmaya değecek bir skora sahip olmadıkları içindir, kim bilir?

Zeki Müren’i bir kenara bırakıyorum, Beatty’nin yattığını iddia ettiği kadın sayısını ergenlikte geçirdiği yıllara bölerseniz, sanki biraz abartı var gibi.

Şöhretinin zirvesindeyken Richard Burton’un da haftada en az üç kadınla yattığı iddia ediliyor.

1947 ile 1975 yılları arasında 2 bin 500 kadınla yattığı iddia edilir ki bu, Beatty’nin “12 küsur bin kadın” iddiasını tartışılır hale getiren bir istatistik sayılmalı.

Yine Erkekçe yıllarına döneceğim.

Rahmetli Prof. Dr. Kurthan Fişek Hocam, 12 Eylül’de askeri cunta tarafından üniversiteden atılınca “tam zamanlı” olarak bizimle çalışmaya başlamıştı. “Erkekçe Tavsiyeler” bölümünü de yazardı.

“Cinsel boyutlarının” küçüklüğünden yakınanlara şöyle bir öğüt verirdi: “Çekinme, sen de söyle. Uydur gitsin. Başkasınınkini görmeyen kendisininkini piyade tüfeği zanneder!”

Yani diyeceğim o ki birisi size “200’den sonra sayamadım” derse üste çıkın: “Ben 500’e kadar saydım ama sonra saymaya yoruldum!”

Çünkü ne kadar sallarsanız sallayın, tersini ispat edebilecek kimse olmaz karşınızda.

Öte yandan şunu da sormak gerek: İnsan nasıl sayabilir?

Hayatınıza giren kadın sayısı bir-iki elin parmakları kadarsa mesele yok. İnsan onları, isimleri, yüzleri, alışkanlıkları, tatlı – acı yönleriyle kolayca hatırlayabilir.

Ama sayı bunu geçiyorsa kanaatim o ki bırakın yüzlerini, isimlerini bile hatırlayamazsınız.

Sayının artması demek, o ilişkilerin gelgeçliğinden başka bir anlama gelmez.

Ve zamanın hızı, unutmak ile ilgilidir.

Ağır ilerleyen ilişki hatırlanır, hızlı ve kısa süren ilişki aynı hızla unutulur.

Öyle bir durumda kadının kimliğinin bir önemi de kalmaz. Charlize Theron, Angelina Jolie filan değilse tabii.

Geri kalanlar isimsiz yüzlerdir, bir süre sonra o yüzler bile unutulur.

Onun için “Warren Beatty 12 küsur bin kadınla yatmış, ben hala üçteyim” diye hayıflanmayınız.

Bu övünülecek bir şey değil çünkü.

Bir erkek için önemli olan bu tür skorlar değil, hayatına girecek ve silinmeyecek izler bırakacak kadınların varlığıdır.

Öyle bir kadın da zaten bir erkeğin karşısına bütün yaşamı boyunca bir, bilemediniz iki, hadi çok şanslıysanız en çok üç kere çıkar.

Bulunca da kıymetini bilmek gerekir!

Theodore Reik’in aktardığına göre Freud, “anatomi bir yazgıdır” demiş.

İbn – i Haldun’a mal edilen ancak Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olması da olası “coğrafya kaderdir” sözüne de benziyor.

Reik, Freud’un ilk ve en parlak öğrencilerinden biri. Kendisinden “Freud’un mirasçısı” diye söz edenler de var.

“Aşk ve Şehvet Üstüne” isimli kitabı, iki cilt halinde Say Yayınları tarafından Türkçede de yayınlandı.

Reik kitabın ikinci cildinde Logan Clendening’in The Human Body (İnsan Bedeni) isimli kitabından da söz ediyor.

Logan’a göre (İlk adıyla söz ediyorum ama arkadaşım değil tabii, 1884 yılında doğmuş, rahmetli babamın terhis olmasından bir yıl sonra 1945’te hayata veda etmişti. İlk ismiyle yazıyorum, çünkü soyadını yazmaya göre daha kolay.) “erkekler dünya üzerinde dolaşarak mümkün olduğunca çok sayıda kadını döllemek için yapılmış” canlılar.

Böyle değilmiş gibi davranmak ya da bu arzuyu ahlaki sınırlamalar koyarak denetlemeye çalışmak Logan’a göre “tümüyle saçma” bir tutum.

Logan, erkeği denetleyebilecek tek şeyin, birlikte olduğu kadının sağduyusu olduğunu söylüyor ki “kızım yuvanı yıkma, gezer dolaşır sana geri gelir” öğüdünün bir türevi gibi geldi bana.

Logan’a göre bir erkeğin tek eşliliğe boyun eğmesi ancak başka çaresi yoksa mümkün. Ortalama bir erkeğin, kadını kendisine teslim olmaya ikna etmek için yalanlar söylediğini, dil döktüğünü, yaltaklandığını, sonsuza dek sevme sözü verdiğini ancak bir kere istediğini aldıktan sonra “bir sonraki aday için hazır hale geldiğini” yazıyor.

Bu nedenle bir erkeği eleştirmek, çiçekleri tomurcuklandıkları ya da arıları çiçekleri ziyaret ettikleri için azarlamak ile aynı derecede saçma bir tutum.

Erkeklerdeki evlilik korkusu da bununla ilişkili.

Bernard Shaw da aynı kanıda: Man and Superman’de “kadının işinin en kısa zamanda evlenmek, erkeğinkinin ise mümkün olduğunca bekar kalmak” olduğunu yazıyor.

Antrpologlar, en ilkel toplumlarda evlilik adı verilen kurum ile cinsel ilişkiyi birbirinden ayırmanın çok zor olduğuna dikkat çekiyorlar.

Peder D. Jones, Kuzey Amerika yerlileri üzerine izlenimlerini yazdığı kitabında ilginç bilgiler veriyor. (Onlardan “Kızılderili” diye söz ediyor ama artık “Kuzey Amerika yerlisi” demek daha doğru.)

Kuzey Amerika yerlileri arasında kadınlar gecelik, haftalık, aylık ya da kışlık olarak satın alınabiliyormuş. Cherokee kabilesi üyelerinin genellikle yılda üç ya da dört kez eş değiştirdiklerini de yazıyor.

Yetişkin bir yerli erkek, yaşamı boyunca ortalama kırk ya da elli kadın ile birlikte olabiliyormuş ki bence bu rakama bugün ulaşabilmek Hollywood şöhretleri için bile kolay değil. Onun için Beatty’nin “12 bin kadınla yatma” iddiası, ortalama erkek ömrünün uzadığı çağımızda bile havada kalıyor.

Ancak erkeklerin “evlilik korkusunun” temelinde de genetik kodlarımıza kazınmış bir şeyler olduğu da kesin.

Reik şöyle yazıyor:

“Erkeklerin en iyilerinin bile evlilikten korkmasına neden olan yüksek sorumluluk duygusu, evliliğin ne anlama gelebileceği ile ilgili bilinç dışı önbilgidir. Erkeklerin yoğun fethetme arzusu, serüvenci ruhları, özgürlük aşkları, cinsel dengesizlikleri onları korkutarak evlilik fikrinden uzaklaştırıyor.”

“11 kere nişanlanan” Erhan Yazıcıoğlu’na da teşhisimizi böylece koymuş bulunuyoruz.

Evlenmekten korkmuyor olsa neden 11 kere nişanlanıp, ayrılsın?

Öte yandan üzerinde durmamız gereken bir konuda bu tür övünmelerin sadece erkeklere özgü olduğu.

Belki az sayıda kadın da “skor” konusunda eşine dostuna övünüyor olabilir ama sanırım bu istisnai bir durum olmalı.

Unutmayalım ki toplumsal hayatta yılmaz kadın – erkek eşitliği savunucularının bir bölümü bile iş bu soruya dayandığında duraklarlar.

Konu erkekler olunca müstehzi bir ifade karşılanabilen bu durum, kadınlara gelince kaşların çatılmasına yol açar.

Yanıtını Jared Diamond, “Üçüncü Şempanze – İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği” kitabında veriyor.

478 sayfalık bir kitabı iki paragrafta özetlememi istemeyeceğinize itimat ederek temel basit gerçeği söyleyeyim: İnsan türünün yavrusunun, hayatta kalabilmek için diğer memelilerin yavrularına göre çok çok uzun süre bakıma ihtiyacı olması!

Bir gün bu konuya dönerim kuşkusuz.

Yazının sonuna gelirken kadın okuyucuların “peki şimdi ne yapacağız, adamların böyle uçucu – kaçıcı olmalarını sineye mi çekelim” dediklerini duyar gibiyim.

Hayır kızlar, böyle yapmak zorunda değilsiniz.

Çözülmesi daha hayli zaman alacak gibi görünen toplumsal cinsiyet sorunlarımız bir yana, bireysel ilişkilerde erkeklerin en önemli silahı kuşkusuz ki kadının kendisini değersiz – yetersiz hissetmesini sağlamak.
Kadınların bireysel mücadelesi buradan başlamalı.

Kendi değerini bilen ve her güçlüğün altından kalkabilme yeterliliğine sahip olan kadınlar, Ajda’ya vokal yapabilir:

“Başım yukarda meydan okuyorum hayata ve sana
Gönlüm doluyor aşkla, barıştım bak hayatla
Başladım yaşamaya hey hey!”

—————————-