t24.com.tr

Rejimin dikte ettiği alana sıkışmak

“Seccade” tartışması sürerken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a katıldığı bir iftar yemeğinin ardından “seccade” hediye edildi.

Bunun Erdoğan açısından mutlu bir tesadüf olmadığına iddiaya girerim.

Belli ki Kılıçdaroğlu’nun seccade olduğu ileri sürülen bir küçük halıya ayakkabılarıyla basmış olmasında işlenmesi gereken bir cevher görmüşler.

Bir ihtimal o seccade Cumhurbaşkanlığı bütçesinden bile alınmış olabilir.

Hediyenin amacının siyasi olduğu çok açık ve nitekim Erdoğan da kendisine seccade hediye edilince şunu söyledi:

“Birileri seccadelerin üzerine ayakkabılarıyla basabilir çünkü bunlar, Pensilvanya’dan alıyorlar talimatı. Onlara göre meşrudur, yapabilirler. Bu seccade ayakkabılarla basmak için değil ha. İnşallah 15 Mayıs’ta şükür namazını bu seccadede kılabiliriz.”

Dinin, en açık ve çok da kaba bir şekilde siyasete alet edilmesi bu.

Diyanet İşleri’nin “seccadenin kutsiyeti yok” açıklaması bile buna engel olmayacak ve 14 Mayıs’a kadar bunu değişik vesilelerle dinleyeceğiz.

Bu toplumun önemli bir bölümü bir süredir en temel ahlaki sınırlarını kaybetti.

Bu toplum için mesela yalan söylemek, yalan söyleyerek birilerini kandırıp siyasi avantaj elde etmek ahlaki bir sorun gibi görünmüyor.

Yalancılığı bir ahlaki sorun olarak görmeyenlerin olduğu bir ülkede, yalanı siyasetin önemli bir aracı haline getireni mi eleştirmeliyiz, bunu onaylayanı mı?

“Çalıyor ama çalışıyor” bir propaganda silahı olduysa, hangisi daha ayıp? Çalmak mı, bir gerekçe yaratıp çalanı aklamak mı?

Bir seccadeyi hangisi daha çok kirletir: Ayakkabı ile basmak mı, çocuklarıyla beraber yolsuzluk yapan, çocuklarını bile yolsuzluklarına alet eden bir kişinin alnının o seccadeye değmesi mi?

Dillerinden “Türk aile değerleri, kadının iffeti” gibi kavramları düşürmüyorlar ama bir an düşünelim:

Hangi kadın iffetli sayılmalıdır: Evin bir odası, bir dolabı deste deste paralarla dolarken “bey bu para helal mi, haram parayı evime sokma, çocuklarımın kursağından geçirme” diyen mi, hiçbir şey olmamış gibi koluna Hermes çantayı takıp gezen mi?

Ahlaki değerlerini yitirmemiş bir toplumda lanetlenmesi gereken hangisi olmalıdır?

Türkiye 20 yılı geçen AKP iktidarı döneminde kimlik ve kültür üzerinden yürütülen ciddi bir çatışmanın içine hapsoldu.

Ana muhalefet partisi de kendisini bundan kurtaramadı, iktidarın kimlikler ve kültürel farklılıklar üzerinden inşa ettiği politikayı kıramadı.

Tam tersine buna kendisini uydurmaya da çabalıyor.

Ancak bunun artık bir yerde bitmesi gerekiyor.

Siyasal İslamcıların topluma dayattığı manevi değerler gösterisinin, aslında büyük ahlaksızlıkları örtmek için kullanıldığını haykırmak gerekiyor.

Bir halıya bastı diye “pardon, görmemişim” demek, kusura bakmayın ama politika yapmak değil.

Türkiye’de ezilen insanların gerçek derdi kimin neye inandığı değil.

Çocukları iyi okullara gidemiyor, makus talihlerini yenebilmelerinin tek olanağı olan iyi eğitime ulaşabilmeleri artık mümkün değil.

Rejim, kendisine bir arka bahçe yaratabilmek uğruna bu yolu kesti.

Artık zeki ve çalışkan Çoban Sülü’ler, devletin olanaklarıyla bedavaya okuyup hayatlarını değiştiremeyecekler.

Onların eğitilmeden köylerinde, gecekondularında kalmaları rejimin sürdürülebilir olmasını sağlıyor.

Çocuklarını besleyemiyorlar. Evlerine et, süt girmiyor.

Pahalılık o hale geldi ki bayramda çocuklarına bir porsiyon köfte yediremeyen insanların derdi seccade filan değil.

Yüz milyarlarca lira rejimin bir tek kararıyla Hazine’den çıktı, sayıları 200 bini bile bulmayan bir kitlenin cebine girdi!

En düşük emekli maaşını alan 2000 lirayla oyalanırken, 2 trilyon liradan fazlası zaten cebi dolu olanların servetlerine eklendi.

Bu toplumun temel sorunu rejimin “manevi değerler” diye dikte ettiği palavralar değil.

Muhalefetin kendisine dayatılan bu gündemi kırması gerek.

Bu da iftar sofralarında gezilerek yapılabilecek bir şey değil.

Seçime artık çok az bir süre kaldı ve meydanlar hala boş!

Böyle seçim kazanamazsınız, muhalefet ittifakına testi kırılmadan önce hatırlatmış olayım.

————————