Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, “Türkiye’de sağdan ve soldan tüm partiler ‘Filistin’in yanındayız’ diye açıklama yaptı. 2 parti hariç: AK Parti ve MHP” dedi ve ekledi: “Sayın Erdoğan’ın açıklaması ise tarihe kara bir leke olarak geçti.”
Erdoğan’ın açıklamasının ne olduğunu siz de merak etmiş olmalısınız. Erdoğan, Hamas’ın sivilleri de doğrudan hedef alan saldırısının ardından şunu söyledi:
“Türkiye olarak bu sabah İsrail’de meydana gelen hadiseler ışığında tüm tarafları itidalle hareket etmeye, gerilimi daha da tırmandıracak fevri adımlardan uzak durmaya çağırıyoruz.”
Davutoğlu’nun bu sözlerden nasıl bir “tarihi kara leke” çıkardığını anlayamadım.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, sivillerin ciddi zarar görmelerine yol açan karşılıklı askeri harekata karşı “itidal” tavsiye etmeyecekti de ne yapacaktı?
Merak ettim, Davutoğlu, seçimi kazanıp Cumhurbaşkanı Yardımcısı olsaydı, bu olay karşısında nasıl davranacak, ne yapacaktı?
Muhalefet partilerinin özellikle de kendisini “solcu” diye tanımlayan partilerin, Hamas’ın, İsrail’e saldırısından sonra yaptıkları açıklamalarda vurguladıkları “Filistin halkının yanındayız” görüşünün ise bir basit klişeden ibaret olduğunu söylemek zorundayım.
Bu söz, bir politikayı ifade etmekten daha çok politikasızlığı vurguluyor.
Filistin halkının yanında olmak, solculuk sağcılık meselesinden önce insanlık ile ilgili bir durum.
Ve Filistin halkının yanında olmak, Netanyahu hükümetinin dinci faşist politikalarına karşı çıkmayı gerektirdiği kadar Hamas’a karşı çıkmayı da gerektiriyor.
Hamas, Gazze’yi kontrol ettiği dönemde, Gazze’de yaşayanların hayatlarını iyileştirmek, onurlu bir yaşam sürmelerini sağlayabilmek için ne yaptı?
Yaptığı her şey, attığı her adım Gazzelilerin hayatlarını daha da zorlaştırdı.
Ve öyle görünüyor ki Gazze halkına yapılan yardımlar, halkın günlük ihtiyaçları için değil, silahlanmak için kullanılmış.
Onun için Hamas’ın saldırılarının ardından ortalığa çıkıp “Filistin halkının yanındayız” demek, politika yapmak demek değil.
Filistinli sivillerin yanındayız elbette ama aynı şekilde İsrailli sivillerin de yanındayız.
Yahudi faşistler ile Müslüman faşistler, bir elmanın iki yarısı gibiler, birinin ya da ötekinin yanında olmak zorunda değiliz.
—————————-
Ölüye saygı
Sartre’ın sözünü hep aklımda tutarım: İnsan doğulmaz, olunur!
Bilim insanları için de “medeniyet işaretlerinden biri” de tarih öncesi akrabalarımızın yerleşim yerlerinde bulunan mezarlıklardır.
Tarih öncesi çağlardan beri insanları, diğer canlılardan ayıran önemli bir farklardan biri budur: Ölüye saygı.
Alet kullanmak, ateşi kontrol etmek, topluluğu korumak için ortak hareket edebilmek gibi temel ve olmaz ise olmaz bir özellik.
Hamas’ın, İsrail’e yönelik saldırısında ilk hedef, adında “barış” olan bir festivale katılan gençler oldu.
200’den fazlası öldürüldü, bir bölümü de esir alınıp canlı kalkan yapılmak üzere Gazze’ye götürüldü.
Öldürülenler arasında bir genç kadın da vardı, görüntülerini belki izlemişsinizdir.
Saldırının ilk anlarında öldürülmüş. Çırılçıplak soymuşlar. Cesedine hakaretler ediyorlar, tükürenler var, tekmeleyenler var.
İslam öğretisinin reddettiği ne varsa yapıyorlar.
İslâm’a göre insan dünya hayatında da öldükten sonra da sevgi ve hürmete lâyıktır.
Ölüye saygı göstermek, rencide edici hareketlerden kaçınmak, Müslüman olmanın gereğidir.
O genç kadına yapılanları izleyen yakınlarının neler hissettiğini düşünmek bile insanın utançla başını eğmesine yol açıyor.
Bu uzun yıllar süren baskıyla bunalmış bir halkın doğal tepkisi olarak görülebilecek bir şey değil.
O videonun ilk bölümlerini izledim, gerisini izlemeyi midem kaldırmadı.
Sartre’ı hatırladım, bir kez daha: İnsan doğulmaz, olunur!
—————————-
Türkçe konuşmak ayıp mı?

Bu fotoğrafı İGA kısaltmasıyla da bilinen İstanbul Havalimanı’nda çektim.
İGA, İstanbul Grand Airport isminin kısaltılması.
Türkiye’deki bir havaalanının adının İngilizce olması bir tek bana mı garip geliyor, bilmiyorum.
Sonuç olarak bu kentin havaalanının adı ne olursa olsun, dünyanın her yerinden buraya uçanlar İstanbul Grand Airport’a değil, İstanbul’a uçuyorlar.
Onun için adının İngilizce olması, havalimanının uluslararası tanınırlığını sağlamak gibi bir zorunluluktan kaynaklanmıyor.
Belli ki bir kompleksten beslenen özentinin yol açtığı bir durum bu.
Bu fotoğrafı geçen gün Türkiye’nin bir kenti olan, İstanbul’da, İstanbul Grand Airport’ta çektim.
Gördüğünüz gibi havalimanındaki yönlendirme tabelalarında Türkçe yok.
Türkçe olmadığı gibi bu ülkede konuşulan ikinci yaygın dil olan Kürtçe de yok.
İngilizce belli ki “resmi dil” olmuş.
Geri kalanlar için de Arapça mı, Farsça mı olduğunu bilemediğim iki lisanda yazılı bilgiler var.
Türkiye’deki bir havaalanında, yönlendirme levhalarında Türkçe kullanılmamış olmasının mantığını bana anlatabilecek birisi çıkar mı, bilmiyorum.
Bu limanı “yerli ve milli” olduğunu iddia eden arkadaşlar, “yerli ve milli” sermayeye yaptırdılar.
Türkçe kullanmaya niye utanmışlar, merak ettim.
“Yerli ve milli” arkadaşlar, Arap olmaya özeniyorlar bunu biliyoruz ama Türk olmak ve Türkçe konuşmak, ayıp değildir; söylemiş olayım.
—————————-
