Eski AKP milletvekili Hüseyin Kocabıyık, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle önce gözaltına alındı, ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Kocabıyık’ın tutuklanmasına neden olan sözleri esasen siyasi bir eleştiri.
Ancak Fatih Altaylı’nın bir sözünden Cumhurbaşkanına sanki yumruk atmış gibi “fili saldırı” çıkartan Türk adaleti, Kocabıyık’ın aslında “dost uyarısı” sayılması gereken eleştirilerinden de “hakaret” çıkarmış.
Türk hukukunda hakaret sayılabilecek kelimeler belli. Şöyle ki bu konularda belki yüzlerce yerel mahkeme kararı ve o kararlarla ilgili Yargıtay içtihatları var.
Ama Türk adaleti bu konuda da çifte standartlı.
Mesela ben, önde gelen bir iktidar politikacısına “yüzsüz, karaktersiz cibilliyeti bozuk” desem büyük olasılıkla hakaret suçlamasıyla karşılaşırım.
Ancak aynı sözleri Cumhurbaşkanı, Kemal Kılıçdaroğlu’na söylediğinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi bu sözlerin hakaret olamayacağına karar verdi.
Aynı şekilde Gezi protestocusu kadınlara “sürtük” demesi de Adliyemiz tarafından “hakaret” sayılmadı ama siz bu sözü sakın bir AKP’li kadın için söylemeyin. (Esasen bu tür cinsiyetçi kelimeleri hiçbir kadın için kullanmayın derim.)
Adaletin terazisinin bir kefesine sanki ekstradan bir ağırlık konulmuş gibi, diğer kefeye ne koyarsanız koyun, teraziyi dengeye getiremiyorsunuz.
Hüseyin Kocabıyık ile ilgili verilen tutuklama kararına bakınca başka türlü düşünemiyorum!
Ve giderek tablo daha da netleşiyor: Erdoğan’ı eleştirmek suç haline getiriliyor!
Oysa Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak aynı zamanda yürütme organının da başı.
Yürütme organının başı olarak eleştiriye açık olmalı çünkü demokratik bir toplumun olmaz ise olmazı bu.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen bir “hakaret” davasında Erdoğan için beraat kararı verilirken avukatı Ahmet Özel şu savunmayı yapmıştı (Nisan 2018):
“Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”
Mahkeme, bu savunmayı duyunca Avrupa hukukuna uymak için Erdoğan’ın 177 aydın hakkında söylediği “alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş” gibi sıfatların hakaret olmadığına karar vermişti.
Eskiden Cumhurbaşkanı, tarafsız ve bağımsız olarak Türk milletinin ve devletinin birliğini temsil ediyordu; o pozisyondaki birisinin hakaretlere karşı korunması bu yüzden daha çok hassasiyet gerektiriyordu.
Ama artık öyle değil. Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir siyasi partinin de genel başkanı ve eleştiriye de açık olmalı.
Geçen gün bir televizyon programında söyledikleri sözler nedeniyle Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş, Mehmet Tezkan ve İbrahim Kahveci hakkında da aynı gerekçeyle 1 yıl 2 aydan 4 yıl 8 aya kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
Bu arkadaşlar yılların gazetecileri, hangi sözün hakaret hangi sözün eleştiri olacağını ayırt edemeyecek insanlar değiller. Ama yine de dava açılıyor çünkü artık amaç eleştiriyi de önlemek.
Zaten laf aramızda eleştirileri “hakaretmiş gibi” algılamak yerine kulak vermiş olsaydı hakkında çok daha hayırlı olurdu.
Ne bugünkü bu çıldırmış enflasyonla yaşamak zorunda kalırdık ne Fetullahçı çete darbeye kalkışacak kadar palazlanabilirdi ne de S 400 yüzünden F 35 programından çıkarılmak durumunda kalırdık.
O zaman da bu eleştirileri yazdığımız zaman niyetimiz Erdoğan’a hakaret etmek değildi.
Tam tersine onu yapmakta olduğu yanlışlardan korumak için çırpınıyorduk ama dinletemedik.
Eleştirilere kulak vermedi de iyi mi oldu yani?
———————————
Kişilik haklarını ihlal bu kadar kolay mı?
İstanbul Cumhuriyet başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma nedeniyle kamuoyunda tanınan 19 kişi gözaltına alındı.
Gözaltına alınanlar arasında sanatçılar, sosyal medya fenomenleri ve kerametleri kendinden menkul bazı kişiler var.
Gözaltı işlemi oldukça yadırgatıcı biçimde jandarma tarafından gerçekleştirildi.
Emniyet Narkotik Şube’sinin işi başından aştığı için mi, savcı bu işlerde polise güvenmediği için mi, bilmiyorum.
Ancak polisin yetki alanındaki bir bölgede jandarmayı kullanma kararını savcının verdiğini biliyoruz.
Söz konusu kişiler suçluymuşlar gibi gözaltına alındılar, medya aracılığıyla teşhir edildiler, ifadeleri ve kan örnekleri alındıktan sonra da salıverildiler.
Savcılığın ve jandarmanın yaptığı, Türkiye’de kanunların, kanunları uygulamakla görevli kişiler tarafından çiğnendiğinin bir örneğini daha oluşturuyor.
Türk Ceza Kanunu’nda bu suç, “Adliyeye karşı işlenmiş suçlar” başlığı altında yer alıyor ve bizzat Adliye tarafından işlenmesi de en hafif deyimle “ilginç” olarak tanımlanmalı.
Böylece Adliyemiz ve jandarma el ele vererek “soruşturmanın gizliliğinin ihlali” ile “özel hayatın dokunulmazlığını ihlal” suçunu da işlemiş oluyorlar.
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 157. Maddesine göre soruşturmalar, savunma hakkına zarar vermemek kaydıyla gizli olmalıdır.
“Soruşturmanın gizliliği” ilkesi, sağlıklı bir soruşturma için şüphelinin leh ve aleyhine olan delillerin toplanması için gereklidir. Adil yargılama böyle başlar ve masumiyet karinesi ile özel hayatın gizliliğinin korunmasını amaçlar.
Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır (TCK 285. Madde) ki burada ihlal savcılık ve jandarma tarafından yapılıyor.
Savcı ve operasyonu yürüten jandarma komutanı bu ihlali, görevlerinin sağladığı kolaylıktan yararlanarak işledikleri için aynı maddeye göre cezalarının yarısı kadar arttırılması gerekiyor.
“Sen bunları nereden biliyorsun” diye soranlar için söyleyeyim gazeteci olup da başı bu kanun maddesiyle derde girmeyen azdır.
Bu soruşturmada söz konusu vatandaşların “lekelenmeme hakları” da çiğnenmiş bulunuyor.
Aleyhlerinde verilmiş herhangi bir mahkeme kararı olmayan kişiler suçluymuşlar gibi teşhir edildiler.
Bu soruşturma nasıl bir istihbarat ile başladı henüz bilmemize imkân yok. Ancak söz konusu kişilerin narkotik maddeler kullanmadıkları ortaya çıkarsa karşımıza kamu görevlilerinin işlediği bir suç daha çıkacak ki o da “suç uydurma suçu” olarak biliniyor. (TCK 271. Madde)
Sonuç olarak şunu söylemeliyim ki kamuoyunda tanınmış kişiler olsalar da olmasalar da vatandaşların temel hakları ihlal edildi.
Bunun bir yaptırımı olmayacak mı? HSK ve İçişleri Bakanı ne düşünüyor?
——————————-