OKSİJEN, t24.com.tr

Eğitim sistemi fakirliği yeniden üretiyor

“İmam hatip okullarını dünya markası yapacağız” diyen Milli Eğitim Bakanı’nın orta okul çağındaki kızını Ankara’nın köklü özel okullarından birine gönderdiği ile ilgili haberi okurken gazeteci Nilay Örnek’in “Nasıl Olunur?” podcastinde Adnan Bali ile yaptığı söyleşiyi hatırladım.

Adnan Bali önde gelen bir bankacı. İş Bankası’nın Yönetim Kurulu Başkanı.

Söyleşi Nilay’ın “Türkiye hâlâ çalışanın bir yerlere gelmesine müsaade ediyor mu” sorusuyla açılıyor.

Bali’nin bu soruya yanıtı olumlu.

“Cumhuriyetin en önemli vasıflarından bir tanesinin bu ülkedeki en kısıtlı imkanlara sahip çocuklar için bile bir dikey mobilizasyon, yukarıya doğru bir hareket hatta daha açık ifade edersem bir üst sınıfa geçebilme imkânı sunabilmesidir” diyor.

Bali’nin sözünü ettiği “dikey mobilizasyonun” iyi örneklerinden biri 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir.

Gazeteci Fikret Bila, Demirel ile doğduğu köyü gezerlerken başlarını eğerek girebildikleri küçük bir kerpiç odanın içinde şöyle dediğini aktarıyor.

“İşte ben bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu. Gaz lambasıyla okur – yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokul yoktu. Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya giderdik. Sonra Afyon Lisesi. Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye sorarsınız. Size cevabım şudur: Cumhuriyet benim işte! İslamköy’den çıkmış bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk’e borçluyuz.”

Nilay Örnek’in sorusu bana sorulmuş olsaydı Adnan Bey gibi yanıtlardım diye düşündüm.

Aynı yatakhaneyi, aynı sıraları ve yemekhaneyi paylaştığım orta okul ve lise arkadaşlarıma, SBF’deki sınıf arkadaşlarıma ve kendi kişisel hayat hikayeme bakarak!

Ancak “Yeni Türkiye’ye” bakarak bu soruya olumlu yanıt veremezdim.

Evet, dışardan baktığınızda sistem büyük ölçüde aynı.

Kâğıt üzerinde isteyen herkes okuyabilir, üniversiteye gidebilir.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın aksi yöndeki gayretlerine rağmen öğrencilerine iyi bir eğitim verebilen az sayıda da olsa devlet lisesi hâlâ var ve bedava.

Üniversitede okumak bedava.

Ancak aynı durumdaki her çocuğa eşit fırsat verilebiliyor noktasından çok uzağız.

Yüksek bedeller ödenerek okunabilen üniversiteler içinde ciddiye alınacak eğitim kurumlarının sayısı bir elin parmaklarına zor ulaşıyor; sayıları az olsa da devlet üniversitelerinin bazıları bu kalitenin de üstüne çıkabiliyor.

Sadece “bazıları”!

Bu “bazı okullara” kimler gidebiliyorlarsa bu şans artık sadece onlar için var.

Rejimin üniversiteler üzerindeki vesayet kurumu YÖK, üniversiteleri “yüksek lise” düzeyine indirgedi.

Birçok üniversite, gençleri dört yıllığına da olsa işsizlik istatistiklerinden uzak tutabilme görevini yerine getirmekten başka bir işe yaramıyor.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın öğrencilerin önüne çıkardığı engeller de cabası!

Sistem herkesi imam hatip okullarına yönlendirmeye çalışıyor ama bunların içinde kaliteli bir eğitim düzeyine ulaşabilenlerin sayısı iki elin parmakları kadar bile değil.

Deyim yerindeyse eğitim sistemi, fakirliği yeniden üretmeye odaklanmış durumda.

Bütün bunları aşmayı başaran çocukların bir kariyer mesleğine adım atabilmeleri ise ceplerine koyabilecekleri bir kartvizit olup olmamasına bağlı.

Yazılı sınavda en yüksek notları alanların, “mülakatta” elenip, işsizliğe terk edilmeleri işten bile değil.

Gazeteler neredeyse her gün böyle bir haber verebiliyor.

Siyasi nepotizm, liyakatin yerini aldı.

Benim üniversiteyi bitirdiğim yıllarda arkadaşlarımın hiçbirinde böyle bir kuşku yoktu.

Okuldaki sınav notlarına bakarak bile kimin ileride devlette genel müdür, büyükelçi ya da vali olabileceğini tahmin etmek mümkündü.

Nitekim en önemli kariyer mesleklerinin sınavlarını, sınıfın en çalışkanları kazandılar; “falanca maliye müfettişliği sınavını kazanmış, filanca hesap uzmanlığını kazanmış” dediklerinde kimsenin aklına “hadi canım, nasıl kazanabilirler ki” sorusu gelmedi.

Evet, fakir ailelerin çocukları hâlâ iyi okuma olanağına sahip olabilirler; ancak bu eşitlik artık sadece kâğıt üzerinde.

Parti devletinde memuriyete adım atabilmek bile ailenizin geçmişine, sosyal medya mesajlarınıza, sosyal medyada kimleri takip ettiğinize bağlı.

Devlet kadrolarında yükselebilmek, parti zincirinin bir halkası olabilmenizle ilgili.

İyi okumuş, akıllı çocukların bir şansı olabilecekse o da özel sektörde olabilir gibi görünüyor ki artık oralarda da bilgi ve yetenekten önce diplomaya bakmayı “İK yöneticiliği” zanneden tipleri aşmak, deveye hendek atlatmaktan zor olabilir.

Yaşım ilerledikçe karamsar mı oluyorum diye endişe de ediyorum ama sistem bir kere bozuldu mu, yeniden düzeltmenin ve haline yoluna koyabilmenin çok zor olduğu gerçeğini de unutamıyorum.

Buna ne zinciri adı veriliyor bilmiyorum ama kötü eğitimli, yeteneksiz mezunların yöneteceği kurumların, bir sonraki yöneticilerinin onlardan da kötü durumda olacaklarını tahmin etmek için allame olmaya gerek yok.

Kötü öğretmen kötü öğrenci yetiştirir, o kötü öğrenci öğretmen olduğunda kendisinden kötüsünü yetiştirir, zincir böylece hep daha kötüye doğru uzar gider.

İktidar yanlısı haber kanallarındaki tartışma programlarına çıkan ve isimlerinin önünde profesör, doçent gibi unvanlar bulunanların entelektüel seviyelerine bakınca, o hocaların yetiştirdiği öğrencilerin ne öğrenmiş olabileceklerini düşünüyor, karamsarlığa kapılıyorum.

“Öğretmen” mesleğinin yerine diğer meslekleri de yazabilirsiniz. Hesap uzmanı, müfettiş, öğretim üyesi, büyükelçi, doktor, vali, hâkim, savcı, asker vs.

Kötü vali, daha kötü maiyet memuru yetiştirir, o daha kötü kaymakam ve vali olur, zincir böylece hep daha kötüye doğru uzar gider.

Bunca yılın ardından günün birinde seçimi kaybedip giderlerse, AKP’den geriye kalacak en kötü miras sanırım bu olacak.

Kaybolan para yine kazanılır ama kötü eğitimle kaybedilen nesillerin yerine iyi eğitimlilerini koyabilmek için çok ama çok uzun yıllar gerekir.

——————————