GENEL

Arkasında İzmir var

Urla’ya ve doğal olarak Ege’nin lacivertine tepeden bakan ev ile ilgili çok şey duymuştum.
Kıskançlıkla yapılmış çekiştirmelerden daha çok hayranlık ifade eden konuşmalar ve gazetelerde bölük pörçük yayınlanmış haberlerdi bunlar.
Şöyle bir manzara hayal edelim: Toskana kırsalında bir tepenin üzerindeyiz.
Aşağıya, sahile doğru göz alabildiğine uzanan zeytin ağaçları var. Tepedeki evin içine giriyorsunuz, salonundan baktığınızda, gözleriniz Versailles Sarayı’nın bahçesinin bir bire bir yapılmış küçük bir kopyasından lacivert bir denize doğru hiçbir engele takılmıyor.
Bahçeden evin yan tarafına geçince bu kez bir Japon bahçesinde buluyorsunuz kendinizi.
Sular şırıl şırıl akıyor, Urla’nın ikliminde yaşamakta zorluk çekmeyecek ağaçlarla çevrili bir Japon bahçesi bu.
Aşağıya doğru inince sizi bir Gülistan karşılıyor, bu kadar gülü en son çocukken babamla Isparta’ya gittiğimde bir arada görmüştüm.
Evin sahibi Lucien Arkas.
Hürriyet Pazar’ın İzmir özel sayısı için gazetedeki çocukların peşine takılınca benim de payıma bir Lucien Arkas portresi yazmak düştü.
“Niye Arkas ile konuşmam gerekiyor” diye sordum, “İzmir’e aşık! Bu dosyayı tamamlar” diye yanıtladılar.
Lucien Arkas aslına bakarsanız tam olarak büyümemiş bir erkek çocuk.
Bunu bana düşündürten, al al yanakları, muzip halleri, beklenmedik şakaları, afacanlığı değil sadece.
Oyun oynamayı da seviyor ve sanırım iş hayatındaki başarısı biraz da bununla ilgili.
Bir erkek çocuğun hayalini kuramayacağı sayıda kamyonu, gemileri, uçağı, trenleri var.
Ancak bunlar oyuncak değil, gerçek.
“Oyuncakların her biri 100 – 200 milyon dolar olunca o kadar kolay oynanmıyor tabii” diye gülümsüyor.
60’a yakın gemi, 500’den fazla kamyon ve şimdi yeni hevesi trenler!
12 yeni lokomotif alınması gerektiğinden söz ediyor.
Devlet rayları kiraya verecek, rayların üzerinden özel trenler yük ve yolcu taşıyacak.
İşin bu ekonomi ile ilgili yönünü gazetelerin ekonomi sayfalarında okumuş olmalısınız.
Türkiye’nin en büyük gemi filosunun sahibinden söz ediyorum.
Gemilerinin hepsi Türkiye’ye kayıtlı, Türk bayrağı taşıyor.
Türk olmak kolay bir iş olmadığı için de haliyle bunun yılda aşağı yukarı 10 milyon dolar gibi ekstra bir vergi yükü oluyor ama bunu önemsemiyor.
“Ticarette aidiyete inanırım” diye anlatıyor. “Türkiye’nin filosu yok. Çok küçük. Sağ olsun Kalkavan bir şeyler yaptı ama sonra başka yatırımlara girdi. Kaldı bana. Avrupa’da Türk filosu yok. Ben Arkas’ım ama arkamda bir Türk imajı var, iyi ve kötü yanlarıyla birlikte. Gününe göre değişen bir imaj bu. ‘Bu Türkiye’nin en büyük ticaret filosu’ dediğin zaman karşı tarafta ayrı bir ciddiyet oluşuyor” diyor.
Yunan armatörlerle kıyaslanmaktan hoşlanmıyor, onların yaptığı işi “gemi ticareti” diye niteliyor.
“Onlar benim yaptığımı yapmayı sevmez. Git – gel tarifeli sefer Yunan’a göre değil. Lufthansa, THY gibi çalışıyorum, tarifeli. Ona heyecan vermiyor. O istiyor ki ‘alayım ucuzken, satayım pahalıyken. Üstüne kar edeyim.’ Onlar ölünce ne oluyor, sonraki nesil ticarette onun kadar iyi değilse aile batıyor. Onassis’e ne oldu? Beyin gitti. Sistem kurmadı.”
“Sistem” ona en çok heyecan veren sihirli kelime.
“Sistemciyim” diye tanımlıyor kendisini.
“Sistemler ölmez. İnsanlar gider, sistemler kalır” diye anlatıyor.
Oğlu, kızı ve damadı da işin içindeler.
“Damat meselesi değişken” derken gülüyor.
“Bir damat vardı, otomobil severdi. Beni otomotive soktu. Benim 10 senelik bir arabam vardı, zorla değiştirttiler. Arabayla işim yoktu. Sonra kız kovaladı damadı ondan sonra işler bana kaldı. Romanya’da bir tane damat var, o finansa bakıyor. Çok zeki. Bizim 24 memlekette büromuz var. Kalite tek tarafta olmuyor, iki uçta olması lazım. Orası berbat burası çok iyi olmaz. Kendi yerimizi yapıyoruz, onları eğitiyoruz. O zaman Arkas kalitesini her yerde bulabiliyorsun. 24 ülke olunca her çeşidini bulabiliyorsun. Bütçeleri oluyor, bir geliyorlar. Herkes kendi aksanıyla İngilizce konuşuyor, onu anlayacağım diye başım ağrıyor. Rus kendi aksanıyla, Ukraynalı kendi aksanıyla. Ayy!”
Böyle büyük bir sistemin içinde, başını kaşıyacak vaktinin de olmadığı bir gerçek ama öyle hobileri var ki bunlara nasıl zaman ayırabilmiş, doğrusunu isterseniz benim aklım pek almıyor.
Bu hobilerden son gözdesi şarapçılık.
Arkas bir şarap uzmanı kadar şaraptan anlıyor. Her özel şişenin öyküsünü biliyor.
Ama yine de “pahalı şarap içersen boğazında kalır” demeyi de ihmal etmiyor.
Şimdi LA şapkası altında değişik markalarda şaraplar üretiyor.
Torbalı’da büyük bir bağ ve şarap imalathanesi almış.
“O şirkette bir yıl önce bir dostumun yüzde 5 hissesini devralmıştım. Ortakların toplantısında bağı ilk kez gördüm. Nasıl birini görüp tutulursun ve aklından çıkmaz ya öyle. Ekrem’e (Demirtaş) ‘Satmak isteyen yok mu, ben talibim’ dedim. Satmak isteyenleri o belirledi, kendi hisselerinden de verdi. Oğlumu ve damadımı tadıma götürdüm. Tadımın ardından bağı gösterdim. Yüzüme baktılar. Anlamışlardı, ‘Sen burayı aldın değil mi’ dediler” diye anlatıp, kahkahayı basıyor.
Öte yandan ciddi bir koleksiyoncu da.
Kumkapı Halıları koleksiyonu eşsiz olarak kabul ediliyor.
600’e yakın da tablosu var. Bir bölümü Arkas Müzesi’nde sergileniyor, sergilenmeyenler depoda sergilenecekleri günü bekliyorlar.
Koleksiyon Hoca Ali Rıza’dan başlıyor.
Kızlarından biri de ressam aslında ama ondan hiç tablo alamamış.
“Bana vermiyor. ‘Sen beğendiğinden değil kızın olduğu için alacaksın’ diyor. Ben ‘bir tane satın alayım serginden diyorum’. “’Kimin beğendiğini anlayamayacağım’ diyor. ‘Bir tane hediye edeyim’ dedi. Kızımdan alamıyorum resim.”
Artık işini tamamen devredip, Urla’da kendi eğlencelerine dönmek istiyor:
“Ben devrediyorum yönetimi. 7 bin kişiyi nereden yöneteyim, biyonik adam mıyım? Oğlum ‘Babamla beraber emekli olacağız’ diyor.”
“Müzik setiniz de çok eskiymiş” deyince kafasını kaşıyor: “Gelmişim 70 bilmem kaç yaşına. Ne yapacağım yenisini?”
Ben “Allah ömür versin” deyince anlatıyor:
“70 yaşını geçtiniz artık kontrol ettirmek lazım’ dediler. Gittik bir İtalyan doktora, bana bir kalp doktoru bul dedik. Buldu bir doktor, uzandım bir sürü testler. Doktor sordu ‘Kaç yaşındasın?’. Şimdi söylesem mi söylemesem mi? 72 dedim. ‘Ben böyle aort görmedim bu yaşta’ dedi. Beni sevdi, şarabımı da sevdi. Döndük diğer doktora ‘Genç adam kalbi varmış sizde’ dedi. Döndüm, sekreterlere ‘Beni çekeceksiniz kızlar daha birkaç sene’ dedim.”
Evin içinde dolaşır duvarlardaki resimlere, yerdeki halılara bakarken yolumuz evin bir başka kanadındaki kitaplığa düşüyor.
Eski şatolardakine benzer iki katlı bir kitaplık bu. Raflara uzanan merdivenlerin altından geçmemeye gayret ederek kitapları kurcalıyorum. Tarih ve coğrafya kitapları sanki daha ağır basıyor gibi.
“28 bin kitabım var” diyor.
Arkas Holding, Cumhuriyet öncesinde bugünkü sınırlarımızın içinde kurulmuş ve hala faaliyet gösteren ender şirketlerden biri, belki de birincisi.
Aile, Fransa ile Venedik arasında sürekli el değiştiren Korfu adasında yaşıyormuş. Ada 1814 yılında İngiliz hakimiyetine girince topluca İzmir’e göç etmişler.
İncir, kuru üzüm, tütün ticareti derken bugünkü adıyla lojistik işine de girmek durumunda kalmışlar.
Lucien Arkas, babası erken yaşta vefat edince, 17 yaşında kendisini işin başında bulmuş.
61 şirketi, 7 bin civarında istihdam sağlıyor.
Hala çocukluğunun Bornova’sını özlüyor.
Atalarının 1600’lerde Marsilya’da yaşadığı evi de gidip bulmuş (“3 milyon Euro istediler, almadım, çok pahalı, zaten küçücük ev” diye anlatıyor) ama İzmir’den ayrılmayı hiç aklından geçirmemiş.
İşini biraz büyütenin kapağı İstanbul’a atmaya çalıştığı bir ülkede, atalarının yerleşip kökleştikleri topraklardan kopamamış.
O bir İzmirli. İzmir’in dalgacı ve neşeli insanlarından biri.