Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisini o kadar başarılı buluyor ki Türk milletine bir beş yıl daha hizmet etmek için adeta yanıp tutuşuyor!
Gerçi bütün iktisadi ve sosyal veriler ortada bir başarı yok diye bağırıyor ama bunu daha sonra konuşuruz.
Erdoğan’ın bu isteğinin doğal sonucu olarak, olası rakip Ekrem İmamoğlu’nun tasfiye sürecinde yeni aşama, hakkındaki iddianamenin açıklanması oldu.
Savcının hazırlayıp mahkemeye gönderdiği iddianameden öğrendik ki savcı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na da “bildirimde” bulunmuş.
“Bildirim” gibi kibar bir ifade kullanılmış ama yapılan işi “ihbar” kelimesi daha iyi açıklıyor.
Önce iddianameden bu bölümü okuyalım:
“Soruşturma dosyamız kapsamında yapılan tespitler ışığında, Cumhuriyet Halk Partisinin ülke genelinde ve yerelde gerçekleşen seçimlerin güvenilirliğine ve seçmenin iradesini etkilemeye, demokratik düzeni etkilemeye yönelik, sistematik ve süreklilik arz edecek şekilde müdahalede bulunduğu anlaşılmakla, Cumhuriyet Halk Partisi hakkında Anayasa’nın 68 ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. ve devamı maddeleri uyarınca gereğinin takdir ve ifası için Cumhuriyet Başsavcılığımızca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirimde bulunulmuştur.”
Gördüğünüz gibi 65 kelimelik tek bir cümle bu.
İddianamedeki bazı cümlelere göre “cüce cümle” bile sayılabilir! İddianameyi başından sonuna okuyup, karar verecek hâkimlerin Allah yardımcısı olsun!
Savcılık iddianamedeki bu ihbarın “CHP’nin kapatılması ile ilgili olmadığını” açıkladı ama Siyasi Partiler Kanunu’nun 101. Maddesi’nin başlığı şu: “Anayasadaki yasaklara aykırılık halinde partilerin kapatılması.”
101. Madde şöyle başlıyor: “Anayasa Mahkemesince bir siyasi parti hakkında kapatma kararı;”
Noktalı virgülden sonraki üç bentte hangi hallerde bir siyasi partinin kapatılacağına karar verileceği anlatılıyor.
Yani Savcılığın neyi yalanladığını anlayabilmiş değilim; iddianame CHP’nin kapatılmasına yönelik bir “bildirim” ya da “ihbar” da içeriyor!
Tabii Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bu “bildirimi” ciddiye alabilmesi için savcının önce iddialarını kanıtlaması gerekiyor. Bakalım nasıl olacak, göreceğiz.
Savcılığa göre CHP, genel ve yerel seçimlerde seçim güvenilirliğine ve seçmenin iradesini etkilemeye yönelik müdahalelerde bulunmuş. “Demokratik düzeni etkilemeye” çalışmış.
Üstelik bunu hem sistematik yapmış hem de sürekli olarak yapmış.
Bizim ülkemizde seçimleri “hâkim gözetiminde siyasi partiler” yönetir.
YSK’dan başlayarak sandık kurullarına kadar sistem böyle işler.
İtirazlar ilçe seçim kurullarından başlayarak YSK’ya kadar ulaşan bir silsile içinde yapılır, değerlendirilir, karara bağlanır.
Yani diyeceğim o ki savcılığın CHP ile ilgili iddiasının birinci bölümü yani “seçim güvenilirliğini sistematik olarak etkileme çabası” boş laftan ibaret.
YSK bu seçimlerle ilgili bir sorun görmemiş olmalı ki mazbataları vermiş, kimisi milletvekili olmuş, kimisi belediye başkanı, meclis üyesi.
Savcının iddiasının ikinci bölümünü okurken kusura bakmasın ama elimde olmadan kahkaha atmışım.
Savcı, CHP’yi seçmenin iradesini etkilemeye yönelik müdahalelerde bulunmakla suçluyor ki siyasi parti faaliyetleri de zaten tam olarak bu amaçla yapılır.
Anayasa’ya göre siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasi partiler, seçmenleri etkilemek için serbestçe propaganda yapabilirler.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 3. Maddesi de siyasi partilere “açık propaganda hakkı” veriyor.
“Tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayacaklarını” vurguluyor.
Yani seçmenin iradesini kendi partilerine yöneltmeye çalışmak suç değil tam tersine siyasi partilerin yapması beklenen işlerden biri.
Bunun istisnası şu olabilir: Seçmenin iradesini etkilemek için seçmenin kafasına silah dayarlarsa, elde sopa kapısında beklerlerse filan.
Erdoğan rejiminin serbest siyasi faaliyetten hazzetmediğini biliyoruz.
Polisin ve jandarmanın siyasi parti binalarına asılan afişlere bile müdahale yetkisini kendisinde görmesi bunun göstergelerinden biri.
Parti toplantılarının sanki yasa dışı gösteri yapılıyormuşçasına engellenmesine yönelik müdahaleler de başka gösterge.
Zaten Kobani Davası gibi büyük çaplı davalar da serbest siyasi faaliyetin engellenmesine yönelik olarak açılan davalardı.
İmamoğlu iddianamesindeki bu bölüm, iktidar partisine karşı siyaset yapılmasından hoşlanılmadığının ve bunun cezalandırılmak istenmesinin bir örneği.
Bugün içinde yaşadığımız rejimi, Rusya, Çin, Kuzey Kore, Özbekistan gibi ülkelerden ayıran en önemli şey serbest seçimler ve siyasi faaliyetlerin serbest olması.
Bunları da yasaklamaya kalkarsanız, rejimin adı değişir.
O tür rejimlere ne isim verildiğini söylemek istemem.
Bir demokraside bunu söylemek elbette suç değildir ama kim bilir, belki de bir demokraside yaşamıyoruzdur!
—————————————————
