Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kafamın içinde biri var ama o ben değilim!

Kafamın içinde biri var ama o ben değilim!

Bodrum’da, sahilde kan ter içinde yürümeye çalışırken, minik kulaklığımdan Sezen Aksu’nun sesi yükseldi.

Müzik listem biraz şizofrenik! Grieg’in Peer Gynt Suite No. 1, Op. 46:1’i fadeout olurken şarkının “ciyuv ciyuv” diye hangi müzik aletiyle çıkartıldığını pek anlayamadığım introsu giriverdi.

“Ele avuca sığmazdı deli gönlüm / Bir zamanlar neredeydi, şimdi nerede” diye başlıyor. Ülkü Aker’in sözleri üzerine toprağı bol olsun Onno Tunç tarafından yazılmış bir şarkı bu. Ve Sezen Aksu’ya yakışıyor.

“İster güneş ol yak beni / yağmurum ol ağlat beni” diye devam ediyor, “aklım başka, duygularım başka yerde!”

Tam burada zınk diye durdum. Sanki bir fırtına çıkmış ve üstümdeki çatıyı uçurmuş da gökyüzünün varlığını o anda fark etmişim gibi, okuduğum bir kitabı hatırladım.

Haftalardır üzerine sizlerle sohbet ettiğim konuda deyim yerindeyse ani bir aydınlanmaya uğradım sanki!

Devamlı okuyucular hatırlayacaklardır, arıza sevgililerinden şikayet eden Charlize Theron ile yola çıkmış, Nurgül Yeşilçay üzerinden genç bir kadın arkadaşımın şu sözlerine varmıştık:

“Yıllarca bu tip adamlarla birlikte olunca ki kendileri son derece renkli, eğlenceli, dikkat çekici, karizmatik kişilerdir, sonrasında iyi, doğru adam diye tanımlananlar kadına garip geliyor. Hem seçimlerimizi değiştirmek istiyoruz hem de iyi adam, düzgün adam, gerçekten seven, değer veren, kıymet bilen adamlarla ne yapacağımızı bilemiyoruz. Yorucu adamların izleri öyle kolay kolay gitmediği için normal ve düzgün olan ile aramızda uçurum oluyor. Hep bir arıza aramaya başlıyorsun.”

Sanırım Türkiye’de bugüne kadar en çok satan bilim kitaplarından biri olmaya aday (baktım, 23. Baskısı yapılmış) bu kitabın adı “Incognito – Beynin Gizli Hayatı”. (Yazan: David Eagleman. Çeviren: Zeynep Arık Tozar.)

Eagleman, bilinçli zihnimizin, buzdağının sadece görünen tarafı olduğunu, hareketlerimize, tercihlerimize, beğenilerimize yön veren asıl etkenlerin bilincimizin ulaşamayacağımız derinlikteki uçurumlarında gizlenmekte olduğunu anlatıyor.

Bunu hepimiz biliyoruz zaten. Beyin kapasitemizin çok küçük bir bölümünü kullanabiliyoruz, tümünü bilinçli olarak kullanabiliyor olsaydık, acaba nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?

Eagleman, beynimizin birbiriyle çatışan parçalardan oluşan bir makine olduğunu söylüyor.

Ve insan davranışlarını anlamaya çalışırken ikili sürecin gözden kaçırılmaması gerektiğini söylüyor: “Akıl” ve “duygular”!

Şöyle yazıyor: “Beyin iki farklı sistem içerir: Hızlı ve otomatik olan birincisi bilinçli farkındalık yüzeyinin altında çalışırken, ikincisi yavaş, bilişsel ve bilinçlidir. Birincisi otomatik, örtük, bulgusal, sezgisel, bütüncül, tepkisel, ve dürtüsel olarak nitelendirilir; ikincisiyse bilişsel, açık, kurala ve derin düşünmeye dayalı olarak. Bu iki süreç birbiriyle sürekli mücadele içindedir.”

Analitik psikolojinin kurucusu, psikiyatr Carl Jung da şöyle diyor: “Her birimizin içinde tanımadığımız biri daha vardır.”

Sezen’in “aklım başka, duygularım başka yerde” diye söylediğini Pink Floyd da ölümsüz Dark Side of The Moon’daki “Brain Damage” isimli şarkılarında şöyle anlatmıştı: “Kafamın içinde biri var ama o ben değilim.” (There’s someone in my head but it’s not me.)

Bir türlü “normal ve düzgün bir adam” (ya da kadın) bulamayanların sorunu sanıyorum beyinlerimizin bizden bağımsız olarak çalışan kısmında yatıyor.

Bir tür “doğruluk yanılsaması” da diyebiliriz buna.

Doğru olsun, olmasın daha önce duyduğumuz bir ifadenin doğru olduğuna inanma olasılığımız görece yüksektir.

Bir fikre sırf maruz kalmak bile o fikirle bir kez daha karşılaştığımızda bize daha inanılır gelir.

Siyaset erbabının iyi bildiği bir şeydir ve bazı iddiaları doğru olup olmadığına aldırmaksızın tekrarlayıp durmalarının nedeni de budur. Buna o kadar çok maruz kalırsınız ki sonunda size de doğru gibi gelir!

Reklamcılar da bunu bilirler. Bir diş macununu şahane dişleri olan güzel kızlar ve yakışıklı erkekler ile özdeşleştirdiğimizde, örtülü belleğimiz bizi o macunu satın almaya yöneltir.

Ve arkadaşlar şuraya geliyoruz: Bize “güzel / yakışıklı” olarak görünen ve önce tanımlayamadığımız ama sonradan adına aşk diyeceğimiz duyguyla itildiğimiz kişiyi beğenmemizin nedeni de örtülü belleğimizde bununla ilgili kodları biriktirmiş olmamızdır.

Aklımız istediği kadar o tipten uzak durmamız gerektiğini bize söylesin, aklımızı dinlemediğimiz takdirde canımızın yanacağını deneyimlerimizle öğrendiğimiz halde yine aynı kararı veririz.

Odysseus, Truva savaşından memleketi Ithaka adasına dönerken, Sirenlerin, şahane şarkılar söyleyerek gemicileri kendilerine çektikleri Sirenum Scopuli adasının yanından geçmek zorundaydı. (Biz Türklere göre Foça kıyılarında yer alıyor. Herkesin kendine göre bir rivayeti var tabii, koca Doğu Akdeniz’de.)

Sirenlerin şarkılarıyla başları dönen denizciler, teknelerinin kayalarda parçalanmasıyla ölüyorlardı ve Odysseus bunu gayet iyi biliyordu.

Odysseus kulaklarını balmumuyla kapatıp, kendisini gemisinin direğine bağlattı ve Sirenlerin tuzağına düşmekten kurtuldu.

Kurtuldu ama bir direkten farksızdı artık! Kımıldayamıyor, duymuyordu.

Canı çok yandığı için aşktan kaçmaya çalışanlar, Odysseus gibi mi yapmalılar?

Hangisi daha iyi? Duygusuz bir direğe dönüşmek mi, kayalarda parçalanma pahasına yaşadığını hissetmek mi?

———————