Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

A benim avanak arızalı, arsız gönlüm

BİR arkadaşımız daha “orta yaşa” geldi, “orta” dediysem bir asrın yarısı anlamında!

Bizim “Yellow Submarine Erkekler Kulübü”nün hayatlarındaki kadınlardan izin alabilen bölümü bir “kayığa” doluştuk, “geçip gitmekte olan hayatın anlamı” üzerine düşünmeye başladık.
36 derece 59 dakika 20 saniye kuzey, 27 derece 30 dakika 39 saniye doğu noktasından palamarı çözdük, tepemizde bulutlar, yüzümüzde tuzlu serpinti, rüzgâr bizi nereye sürüklerse gideceğiz.
Mevzu derin olduğu için hazırlığımızı iyi yaptık. Üç iPod dolusu müzik ve miktar–ı kâfi sıvı, her şey neta!
Bekâr bir arkadaşımız âşık. Bu kaçıncı kez başına geliyor, sayabilmek kolay değil, çünkü çok sık oluyor.
Önce evliydi, sonra yine evlendi, sonra yine boşandı, sonra âşık oldu, sonra yine âşık oldu, sonra bir daha, sonra bir daha!
Yaşadığı şeyi “orta yaş bunalımı” ile açıklamaya çalışıyor ama aslında bu süreç başladığında “çeyrek” yaşındaydı, bunu hiç dikkate almıyor.
Bazı erkek cinsleri böyle, yapacak bir şey yok.
Ben bunu “gezgin avcılık” olarak açıklıyorum. Büyük olasılıkla bin kuşak önceki atalarından biri gezgin bir avcıydı, o genler bugüne kadar geldi ve sonunda bizim başımıza patladı!
Murathan Mungan’dan hatırlıyorum gibi geliyor bana ama yanılıyor olabilirim, kimse kusuruma bakmasın, şöyle bir söz var: “Yol değil, yolculuktur önemli olan!” Bir de şöyle bir söz var, kim söylemiş bilmiyorum: “Önemli olan nereye gittiğin değil, yolculuktur.”
“Gezgin avcı tipi erkek” için söylenmiş değil ama bence tam üzerine oturuyor.
Bir erkeğin ilgisi, bir kadına kaydığı zaman başlayan bir yolculuk bu!
O andan itibaren o erkek için hayatın anlamı, kadının dikkatini çekmek, kendisini önce beğenmesini, sonra sevmesini, sonra da âşık olmasını sağlamak haline gelir.
Kur yapar, flört eder. Çiçekler gönderir, hediyeler alır. Kadının meraklarını kendi merakları haline getirir. Kadın marka seviyorsa, bütün markaları herkesten önce o bilir, modayı takip eder ki bir şey kaçırmasın!
Kadın romantizmden hoşlanıyorsa en romantik odur, Rus romanlarından çıkan yakışıklı genç teğmenlere dönüşür birden. Şiirler ezberler, hülyalı gözlerle ufka bakar, bir yıldız kaysa önce o fark eder.
Kadın yemek yemeyi seviyorsa aşçı olur, kadın aklını zayıflık ile bozduysa önce o zayıflar, kadın kitaplara meraklıysa kitap kurdudur, elinde bir çanta kitapla dolaşır.
Hayatla olan bütün ilgisi, merkezinde o kadının olduğu bir evrenle sınırlanır, bu yüzden zaman zaman bizi de terk eder, arkasından konuşuruz: Yine bir kadın buldu, bizi unuttu!
Aslına bakarsanız bu süreç her erkeğin de hoşuna giden bir süreçtir.
Hangi erkek bir kadının ilgisini üzerine çekmek için olmadık şeyler yapmaktan hoşlanmaz ki?
Sabahleyin tıraş olurken aynaya baktığınızda gördüğünüz yüz bile değişir sanki. Küçük bir tebessüm gelir oturur yüzünüze, aynada kendinizle göz göze geldiğiniz her anda!
Bir yaşam enerjisi gelir, ayağına üşenmeyen bir tipe dönüşürsünüz. Daha az uyku, daha çok içki bunun bir sonucudur.
Ama gezgin avcı tiple biz sıradan erkekleri ayıran şey bu sürecin sonundaki davranışlarımızdır.
Biz sıradan erkekler bütün bu çabaların karşılığında omzumuza yaslanmış küçük bir baş bulunca, ellerimizle saçını okşar, mutlu–mesut yaşar gideriz!
Gezgin avcı erkekler için ise artık “yolculuk” bitmiştir, varılan yerin önemi yoktur.
O noktaya gelmenin verdiği tatmin olma duygusu onlar için yeterlidir. Vardığı yerde artık yapabileceği bütün işleri yapmış ve boş kalmış insanların düşeceği çukura düşer: Sıkıntı!
Can sıkıntısını yenebilmek için yeniden yola çıkmaya artık hazırdır. Gözleri çalıların arasında, ağaçların dallarında, kuytu kayalıkların kovuklarında yeni bir “av” aramaya başlar.
Nine (Dokuz) isimli filmi izlediniz mi bilemiyorum.
Daniel Day Lewis’in başrolünde oynadığı bu film, orta yaş krizi geçiren bir film yönetmeninin hayatındaki kadınların rolleri ile ilgili.
Kadınları sayayım önce ki filmi neden seyretmemiz gerektiğini kolayca kavrayabilelim:
Karısı Luisa (Marion Cotillard), metresi Carla (Penélope Cruz), ilham kaynağı Claudia (Nicole Kidman), yapımcısı, sırdaşı ve kıyafet tasarımcısı Lilliane (Judi Dench), Amerikalı bir gazeteci Stephanie (Kate Hudson), çocukluğundan bir fahişe Saraghina (Stacy Ferguson) ve annesi (Sophia Loren)!
Bu kadar kadının arasında dengeli kalmayı başarabilecek bir erkek tipi var mıdır bilemiyorum ama bir de kadınlar böyle olunca başınıza nelerin gelebileceğini bir düşünün isterseniz, heves etmeden önce!
(Bu cumartesi size armağanım da youtube’da bu filmden bulacağınız bir sahne olsun! Google’a “nine, penelope cruz, dance scene” yazın, izleyin, pişman olmazsınız.)
Sözü filme getirdim, çünkü aslında bir erkek hayatta ne yaparsa hep bir kadın için yapar. Kimisi için “bir kadın” yeterlidir, kimisi için “bir kadın, birçok kadından oluşur”!
Yol boyunca yaşadıkların yanına kâr kalır.
Bazen hızlanırsın, bazen yavaşlarsın. Yanlış yol arkadaşlarına çatarsın, üzülürsün. Yoldan çıkardıklarına da üzülürsün elbette, seni yoldan çıkaranlar üzülmeseler bile.
Hayat bir erkeğin gözünden böyle ilerler.
Zeynep’ler ve Kâmil’ler yol boyunca birbirleriyle karşılaşırlar. Çoğu zaman birbirleriyle karşılaştıklarının farkına bile varmazlar. Fark ettikleriyle yolları kesişir, şanslılarsa birlikte yürümeye devam ederler. Şansları yoksa başlarına gelenlerin sorumluluğunu “kader” diye başkasına yıkarlar.
“Kaderciler” için de bir şarkım var, youtube’dan dinleyebilirsiniz.
 “A benim avanak, arızalı, arsız gönlüm / Feleğin çemberine takılıp döndün ya / Arayan bulur elbet, aradın, buldun pes / Hanya’yı Konya’yı gördün ya / Kader, kahpe kader / Ağlarını ördün mü? / Yardan yok hiç haber / Yar kaldın mı, öldün mü?”