BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin açılış törenine katıldı.
Öğrencilerin salona alınmadığı bir törendi. Dışarıda kalan öğrencilerin, hükümete yönelik protestolarının nasıl sonuçlandığını da ertesi gün televizyon haberlerinden ve gazetelerdeki fotoğraflardan hatırlayacaksınız.
Polis tarafından ağızları kapatılan gençler, bir bölümü sürüklenerek polis araçlarına götürülüyor, coplar havada uçuşuyor vs.
Eski TBMM Başkanı ve AKP Manisa Milletvekili Bülent Arınç da bir toplantıda Manisalı bir çiftçiyi susturdu.
Susturulan kişi herkesin bildiği bir şeyi söylüyordu oysa: Çiftçi mağdur!
Arınç adamcağızı azarladı, ardından görevliler şikáyetçi çiftçiyi karga tulumba salondan çıkardılar.
Salondan atılan ve tek suçu “çiftçinin durumu iyi değil” demek olan Manisalı çiftçinin, “anasını da alıp gitmek durumunda kalan” Mersinli çiftçi gibi (hakkında 9 ayrı dava açıldı) başına ne belalar gelebileceğini tahmin etmek zor değil.
AKP’den bir “demokrat merkez partisi” çıkartma hayali kuranlar ne hissediyorlar, çok merak ediyorum.
Bu soruşturmadan sonuç çıkmaz
ALMANYA’daki Deniz Feneri davasının ortaya koyduğu bir gerçek var: Yurtdışındaki Türklerden “yardım amacıyla” toplanmış paraların bir bölümü Türkiye’ye aktarılmış ve bazı kişiler bunları özel işlerinde kullanmışlar.
İsimleri belli, şirketleri belli, adresleri belli kişiler bunlar.
Üstelik Almanya’da bu dava nedeniyle mahkûm olan kişilerin, Türkiye’deki bu kişilere iş takibi amacıyla “vekáletnameler” verdikleri de ortaya çıktı. Öyle vekáletnameler ki, “vekáleti alanın, vekáleti verenin tüm mal varlığına sahip olması” anlamına da geliyor! Düğüm dönüp dolaşıp, Recep Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde, belediyeye ait frekans üzerinde kurulan Kanal 7’ye dayanıyor.
Normal olanı Almanya’daki mahkeme süreci devam ederken Türk adaletinin bu olaya müdahil olmasıydı.
Bütün bu süre içinde kanıtların karartılmadığını, bazı özel belge ve bilgilerin yok edilmediğini düşünmek için insanın saf olması gerekiyor.
Şimdi bu konuyu araştırmakla görevli savcının, bu işten bir sonuç çıkarabileceğine inanıyor musunuz?
Ucu kaçınılmaz olarak bugünkü AKP iktidarının önde gelen isimlerine ve AKP’nin atadığı bürokratlara uzanacak bu davanın alelusul bir soruşturma ile ört bas edilmesi bana kaçınılmaz gibi görünüyor.
Başta Başbakan olmak üzere AKP önde gelenlerinin büyük bir panik içinde bu olayı siyasi bir tartışma zeminine çekme isteklerinin nedeni de bu zaten.
Hani artık ’işkence’ yoktu?
ERGENEKON Davası soruşturması nedeniyle gözaltına alınıp, serbest bırakılan Nurseli İdiz’in “gözaltı anılarını” gazetelerde okudum.
Anlatılanlar bir süredir düzelmekte olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılan “Türkiye’nin insan hakları karnesi” açısından çok şey değişmediğini ortaya koyuyor.
Bir insanı, sorgusundan önce üç gün süreyle pis bir hücrede, tuvalet káğıdı, diş fırçası, temizlenmek için yeterli olanaklar vermeden tutmak “işkence” değilse nedir?
Çamaşır-çorap değiştirmek yasak, içecek temiz su yasak, yastık ve çarşaf yasak!
Buna “kötü muamele” demeyeceksek, ne diyeceğiz?
Sorun belli ki işkence ve kötü muameleyi sadece tutukluya “dayak atmakla, elektrik vermekle” sınırlı görüyor olmamızdan kaynaklanıyor. Günümüzün dünyasında, medeni bir insanı günlük alışkanlıklarından uzak tutarak, “direncini kırma çabasının” da işkence ve kötü muamele olduğunu unutuyoruz.Öte yandan Nurseli İdiz, sorgu sırasında önüne konulan “telefon dinleme kayıtları arasında geçmişteki bir arkadaşıyla yaptığı konuşmaların da bulunduğunu, insanın kendisini çıplak hissettiğini” söylüyor.
Telefon dinleme kayıtlarının nasıl kullanılacağı, hangi şartlarda delil olacağı yasada yazılı. Telefon dinleme kayıtlarının sadece izlenen suç ile ilgili bölümleri savcılıkça tutulabilir ve kullanılabilir. Bunun dışındaki özel nitelikteki konuşma kayıtlarının süresi içinde imha edilmesi kanunun emri.
Bu emre uyması gerekenlerse, yasaları uygulamakla görevli olanlardır ve yasanın bu açık hükmüne neden uymadıklarının hesabını da vermek zorundalar.
Demokrasiyi savunanların, en temel insan haklarını da savunmak zorunda olduklarını unutmayalım!
İşkence ve kötü muameleyi alışkanlık haline getiren bir sistemin kurbanların kimlikleriyle ilgilenmediklerini de hatırlayalım.
Bu süreç “bugün sana, yarın bana” diye işler! “Geçmişte bize de işkence yapılmıştı, şimdi sıra onlarda” bakışı, insanın yüzünü kızartması gereken bir tutumdur.
