Anayasa fiilen ortadan kaldırıldı
BAŞBAKAN ve AKP yöneticileri, devletin içinde paralel bir örgütlenmeden, “polis-yargı cuntasının darbe hevesinden” söz ediyorlar.
Olabilir, cemaatçi bir yapılanmanın varlığından ilk kez şikâyet edilmiyor, bundan ilk şikâyet edenler de AKP’liler değil.
Cemaatçi yapılanmadan önce de kendisini devlet içinde ikinci bir devlet gibi konumlamaya kalkışanlar çok oldu.
Yani seçilmiş bir hükümeti iş göremez hale getirme hevesi de yeni değil.
Bu tür girişimlerin ağır bir Anayasa’yı ihlal suçu olduğunu da biliyoruz.
Anayasa ve yasalar hükümetlere bu tür girişimler ile mücadele olanağı veriyor.
Anayasal düzeni korumak için gerekeni yapmak zaten hükümetin görevlerinden biridir.
AKP hükümeti bugüne kadar bunun farkına varmamış gibi davranıyor, geçmişte işbirliği yaptığını da gözlerden kaçırmaya çalışıyor.
Ama bugün madem bu işin farkında, gerekeni yapmak boynunun borcudur.
Ancak bugün anayasal düzeni tehdit eden tek şey bir cemaatin devlet içinde örgütlenmiş olması değildir. Hükümet de anayasal düzeni fiilen yıkmış durumda.
İstanbul’da savcının bağımsız bir soruşturma yürütmesine izin verilmiyor. Mahkeme kararı haline de gelmiş yakalama emirleri, Emniyet tarafından uygulanmıyor.
Hatay’da içinde ne olduğu belli olmayan bir kamyon ile ilgili olarak savcının arama yapma talimatını Jandarma uygulamıyor, kaymakamlığın bir yazılı emri savcılığın talimatının üzerine çıkabiliyor.
Yürütme, yargının üzerinde tam bir egemenlik kurma sevdasında, elindeki gücü yargıyı engellemek için fütursuzca kullanıyor.
Yasama gücü deseniz çoktan beridir zaten yürütmenin emrinde. Onun bir kaş işaretiyle parmaklar inip kalkıyor.
Meclis, hükümeti ve devletin kurumlarını denetleme yeteneğini kaybetmiş, bu güç elinden alınmış durumda.
Peki bu Anayasa ihlali ile kim mücadele edecek?
Bu ihlalin önlenememesi, Türkiye’nin doludizgin bir diktatörlüğe doğru gitmesinden başka bir şey değildir.
Ülkemiz, kırk katır mı, kırk satır mı açmazı içinde.
Anayasası fiilen ortadan kaldırılmış bir ülkede yaşıyoruz.
Cumhurbaşkanı’nın artık saklandığı yerden çıkıp devletin tüm kurumlarını Anayasa’da yazılı görev yerlerine çekmesi gerekiyor.
Anayasa maddesinin katili kim?
TBMM Başkanı Cemil Çiçek 2014 vizyonunu anlatmak için düzenlediği toplantıda gazetecilere şöyle dedi:
“Anayasa’nın 138. maddesi bu memlekette ölmüştür.”
Bu madde yargıçların görevlerinde bağımsızlığını garanti altına alıyor. Kimsenin yargıçlara emir veya talimat veremeyeceğini, telkinde bulunamayacağını emrediyor. İdarenin ve yasama organının, yargı kararlarına uymak zorunda olduğunu vurguluyor, yargı yetkisinin kullanılmasının Meclis’te tartışılamayacağını belirtiyor.
Yani bir demokrasinin olmazsa olmazı sayılması lazım gelen kuvvetler ayrılığını, yargı açısından garanti altına alıyor.
Ve TBMM Başkanı samimi olarak ifade ediyor ki bu madde artık “ölü”!
Bu durumda sormamız gereken soru şu: Peki katil kim?
Meclis’in yürütmenin kontrolü altında olduğunu, en temel denetleme görevlerini bile yerine getiremediğini biliyoruz.
Katili bulmak için bu durumda Sherlock Holmes ya da Müfettiş Hercule Poirot olmaya gerek yok. 138. maddenin kalbine saplanan bıçak bir tek gücün elinde olabilir: Yürütme!
Cemil Bey, son 11 yılda iki kez Adalet Bakanlığı, bir kez de Başbakan Yardımcılığı görevinde bulundu.
Yani bıçağı 138. maddeye saplayan gücün tam merkezindeydi.
Çiçek, bu ülkede birçok siyasetçinin hayal edemeyeceği görevlerde bulundu, tecrübeler edindi.
Ve artık siyasetten önemli bir beklentisinin de kalmadığını düşündüğüm için acaba bu maddenin ölüp gitmesine neden olan her şeyi samimiyetle açıklar mı diye merak ediyorum.
Koltuğa yapışık gevezeler ülkesi ve Arınç
HİNDİSTAN Başbakanı Manmohan Singh, 10 yıllık iktidarı süresince sadece iki kere basın toplantısı düzenlemiş.
Üçüncü ve son basın toplantısını da dün yaptı ve bu yaz yapılacak seçimlerden partisi galip çıksa bile görevi bırakacağını açıkladı.
Adam hem olur olmaz her yerde konuşmuyor hem de “gitme zamanının geldiğine kendisi karar verip uygulayabiliyor”.
Bizim gibi “koltuğa yapışık gevezeler ülkesi” için ne kadar garip bir durum, değil mi?
Bizimkiler hem oturdukları koltuğu ömür boyu kendilerine verilmiş zannederler hem de hiç durmadan konuşurlar.
Konuştukları yetmiyor, bir de üstüne “çağımız sosyal medya çağı” diyerekten ellerinde cep telefonları ha bire tweet atıyorlar.
Belli ki Bülent Arınç’ın da canına tak etmiş, gazetecilere yakınıyor: “Bu öyle bir hastalık haline geldi ki, çıt çıt çıt, sabahtan akşama kadar bunlarla uğraşıyorlar. Danışman sıfatı taşıyan insanlar çıt çıt çıt, şu kadar tweet attım, şu kadar retweet aldı, elinin körü oldu. Bunlar iş değil.”
Arınç’ın eleştirdiği kişilerden biri Başbakan’ın danışmanı, milletvekili ve köşe yazarı Yalçın Akdoğan, diğeri Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu.
Her ikisi de biliyorsunuz Başbakan Erdoğan’ın gözdesi sayılır.
Merak ediyorum acaba Arınç’ın bu eleştirileri de Başbakan tarafından “adamlarımı yedirtmem” diye karşılanır mı?
Bana öyle geliyor ki Arınç, yakında bir kez daha çark edecek!