Asfalt sevdasının aslı anlaşıldı
SAYIŞTAY’ın yaptığı denetimler, başta büyük şehir belediyeleri olmak üzere, belediye bütçelerinin önemli bölümünün “asfalt harcamalarına” ayrıldığını gösteriyor.
Denetlenen belediye bütçelerinin ve yatırım harcamalarının yüzde 30-40’ının asfalta ayrılmış olması gerçekten dikkat çekici!
Sadece asfalt değil elbette, bunun içinde “kaldırım yenileme” çalışmaları da yer alıyor.
Belediyelerin bu işlere ayırdığı harcamalar 2004 yılına göre yüzde 198, 2005 yılına göre ise yüzde 71 oranında artış göstermiş.
Son 3 yıllık artış oranları dikkate alınırsa, Bursa, Adana ve Konya dışındaki tüm illerde asfalt harcamaları yüzde 100’lük bir artış göstermiş.
Bu tabloya bakıp sevinmek mümkün elbette! Bütün yolların gıcır-gıcır asfalt olması iyi bir şey!
Ancak Sayıştay raporunda önemli bir ayrıntı daha var: Normalde 15 sene dayanabilecek yollara, ortalama 5 yılda bir asfalt dökülüyor!
Benim sık kullandığım Maslak’tan Boğaz’a inen Büyükdere Caddesi ise bu açıdan Türkiye rekoruna sahip olmalı. O yolda asfalt neredeyse iki yıla kalmadan yenileniyor!
Bu işlerden anlayan bir inşaatçı arkadaşıma sordum. Bunun hem yandaş müteahhitlere iş yaratmak hem de belediye bütçelerinin bir bölümünü BİT’lere aktarmak için en pratik yöntem olduğunu anlattı.
Böylece “Daha yeri asfaltlanmış bu yol durduk yerde neden yeniden asfaltlanıyor” sorusunun yanıtını da almış oldum.
GİZLİ TANIK VE SAVUNMA HAKKI |
ERGENEKON Davası’nda kafama takılan konulardan biri de şu “gizli tanık” meselesi. Tanıklık yapacaklar ama kim olduklarını, ne yaptıklarını ve kendilerine hangi vaatle tanıklık yaptırıldığını hiç bilemeyeceğiz.
Bu kanun çıkarken farkına varamadığımız bir durum ve savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurması olası.
Sanık avukatları, kim olduklarını bilmedikleri tanıkların ifadelerine karşı kendilerini nasıl savunacaklar?
Öte yandan sadece “gizli tanık” ifadelerine dayanarak, bir suçun kanıtlanması mümkün müdür? O tanıkların savcılık tarafından yönlendirilmediği ne malum?
Savcılığın, gizli tanık ifadesiyle çizilen çerçevenin içini daha somut, elle tutulur ve meşruluğu tartışılamayacak kanıtlar ile doldurması gerekir. Elbette örgütlü suçlarda tanık ifadelerinin değerini ve önemini yadsımıyorum. Bu tür tanıkların koruma programlarına alınması, yaşamlarının, kimliklerinin ve hatta dış görünüşlerinin değiştirilmesi, kendilerine yeni iş bulunması, ceplerine para konulması doğru bir uygulama. Ancak bütün bunların mahkeme sürecinde o tanığın işi bittikten sonra yapılması gerekiyor.
O güne kadar tanığı korumak ise herhalde savcılığın ve emrindeki kolluk güçlerinin görevi olmalı.
Orada bulunmalarının nedeni masum insanların can güvenliğini korumak değil midir?
51. MADDE’NİN TAM ZAMANI! |
DÜN İstanbul’u gri bulutlar ele geçirmişti ve sabah 10.30 civarında tam Bebek’te sahile gelmiştim ki hava bir anda gece gibi karardı.
O anda Boğaz’ın aldığı rengi görmenizi çok isterdim. Martıların ve karabatakların da bu tuhaf renkten etkilendiklerini düşündüm, çığlık çığlığa sulara dalıp çıkıyorlardı.
Akdoğan Özkan’ın, uzun süredir elimde karıştırıp durduğum “İstanbul’da ölmeden önce yapmanız gereken 101 şey” isimli kitabına 102. madde olabilecek bir manzaraydı.
Dün bu vesileyle kitabı bir kez daha karıştırdım. Kitaptaki önerilerin çoğunu mevsimlerden bağımsız olarak yapabilirsiniz.
“Mevsimine göre” yapılabileceklerden biri Açıkhava Tiyatrosu’nda bir Sezen Aksu konseri seyretmek. (51 numaralı öneri.)
Bu yazın Sezen Aksu konserleri bu cuma günü başlıyor. Bu konserde “Sezen Aksu denilince akla gelen şarkılar” seslendirilecek. Yani az konuşma, çok şarkı, bol romantizm!
Ben uyarmış olayım, bu sene yapamazsanız, gelecek seneye kadar açık havada Sezen konseri yok!