TEKİRDAĞ’da dört yıldır evli olduğu eşinin aslında bir kadın katili olduğunu öğrenen kadın şöyle dedi:
“Belki Türkiye’deki kadınlar bana kızacaklar ama ben ona hâlâ âşığım. Cezaevine onu görmeye gittim, yine gideceğim. Benim kocam dünyanın en iyi eşiydi.”
Olayı gazetelerden okumuş olmalısınız.
H.K.K, 17 yaşındaki sevgilisi Dilek Avcı ile Pendik’te yaşıyormuş. Kız, doktordan aldığı bir “hamile” raporunu erkeğe göstererek, başka birinden hamile kaldığını ve ayrılmak istediğini söylemiş. Bunun üzerine adam kızı iple boğmuş, cesedini satır ile parçalara ayırmış, parçaları bir bavula koyarak denize atmış.
Polisin ısrarlı takibi beş sene içinde sonuç vermiş ve katil zanlısı yakalanmış.
Ama bu süre içinde adam bir başka kadın ile evlenmiş, ondan da 2.5 yaşında bir kızı olmuş.
Kadın şöyle anlatıyor:
“Kemal’in halası ile aynı mahallede oturuyorduk. 2008’de halası bizi tanıştırdı. İlk görüşte âşık olduk. Bir yıl sonra 14 Şubat Sevgililer Günü’nde de nikâh masasına oturduk. Kızımız doğdu. Öyle mükemmel bir eşti ki; bir dediğimizi iki etmezdi. Sesini yükselterek konuştuğuna bile şahit olmadım.”
Film gibi değil mi? Böyle birçok film izlemişsinizdir. Adam ya da kadın ölünce, onun aslında bambaşka bir hayatı olduğu ortaya çıkar.
Film diye seyrederken insana heyecan verir ama gerçek hayatta yıkıcı olmalı.
Katil zanlısının eşinin “Ben hâlâ kocama âşığım” sözlerini Sabah’ta bazı ünlü şahsiyetlere sormuşlar, “Siz olsanız aşkınız biter miydi” gibisinden.
Meşhur karakterler “Asla affetmezdim” havasındalar. Nedense böyle bir ruh durumu var bizim “şöhretlerimizde”.
Hiçbirinin aklına “Başına gelmeden bilemezsin” demek gelmemiş mesela. Akıllarına ilk gelen “düzgün cevap” bulmak ve bu durumda da düzgün yanıt “Asla affetmezdim” oluyor.
İkinci kadının neler yaşamış olabileceği, katil zanlısının cinayetin vicdan azabıyla bir meleğe dönüşmüş olma olasılığı akıllarına gelmiyor tabii.
Oysa kadıncağız yaşadığı onca dehşete rağmen doğru yanıtı vermiş, elbette “aşk” diye bir şey varsa!
Yoksa bizim şöhretler karmasının “asla” yanıtını vermesinin nedeni gerçek aşk ile hiç karşılaşmamış olmaları olabilir mi? Kim bilir, iddialı konuşmak istemem, belki de karşılaşmışlardır.
Aşk böyle bir şeydir zaten.
Sevme eylemi için önce elbette bilinçli bir tercih yaparız ama sonrası bilinçdışıdır.
Saçını beğeniriz, yüzündeki ifadeye bayılırız, boyuna posuna vuruluruz vs. Bunlar bilinçli davranışlardır. Bu tercih sevmeye, aşka dönüşmeye başladığı andan itibaren de rasyonellikten uzaklaşırız.
Başkalarının gördüklerini ya da olan biteni değil, kendi zihnimizde yarattığımız “şeyi” severiz.
Bir büyülenme halidir. Duygular birbirinin karşılığını giderek daha çok bulur ve giderek iki âşık sanki bir benlik haline gelir.
Sevgilimizde belki de aslında onda hiç olmayan çekici yönler, güzellikler, iyilikler olduğunu düşünmemiz de mümkündür ve bu durum çıplak gerçeği görmemizi de engeller.
Uyurgezer bir yaşamdır.
Âşık olan kişi fark ettiği olumsuzlukları bir kenara itmeye, onları görse bile kendine itiraf etmemeye çalışır.
Bunu daha kuru ve bilimsel olarak da anlatabilirim: Âşık insanın beyninde meydana gelen kimyasal değişimleri artık biliyoruz.
Beynin korku–alarm sistemi amigdala ve eleştirel düşünce ve endişe merkezi anterior singulat korteks, âşık olduğumuzda adeta “fişi çekilmiş” gibidir, uyuşturucu kullananlarda da rastlandığı gibi.
Onun için âşık olan kadının ya da erkeğin çok rasyonel davranmasını beklemek mantıklı değildir.
Örnek olayımızdaki durum da bunu gösteriyor zaten.
Beyinlerinde böyle bir engelleme olmayan (çünkü o adama hiçbiri âşık değil) şöhretler karması kolayca “asla” yanıtını verebilirlerken, gerçekten âşık olan kadın, “onu hâlâ sevdiğini” söyleyebiliyor.
Tabii burada “Türkiye’deki diğer kadınlar kızacak ama” diye bir ifade kullandığına da ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.
Biliyor ki durum dışarıdan herhangi birisinin anlayabileceği bir durum değil.
Biliyor ki normal tutum artık o adamı sevmemesi. Ama kendine de engel olamıyor, sevmeye devam ediyor, onun için de özür diler gibi konuşuyor.
Bu tür bir davranış daha çok kadınlara özgü! Erkek zihni böyle durumlarda kadınlara göre daha oportünist çalışıyor. Sevmeye devam etse bile bunu ifade etmeyi doğru bulmayabiliyor. Erkeklerin daha zor affetmesinin, kadınların sevdiklerini affetmeye daha yatkın olmalarının nedeni iki cinsiyet arasındaki bu fark.
Portekizli rahibe Mariana Alcoforado’nun vefasız sevgilisine yazdığı mektuplardan birinde şöyle bir bölüm varmış, Gasset’den aktarıyorum:
“Bana yaşattığın mutsuzluklar için yüreğimin derinliklerinden teşekkür ediyorum. Seni tanımadan önce yaşadığım sakin günlerden nefret ediyorum. Tüm dertlerimin çözümünün nerede yattığını da açıkça biliyorum. Seni sevmekten vazgeçtiğim an bu dertlerin hepsinden kurtulurum. Ama çözüm mü bu? Hayır, seni unutmaktansa acı çekerim, daha iyi.”
