HÜRRİYET

Berlin’de bir fırsat kaçtı

BERLİN’de, 2. Dünya Savaşı yıkılan büyükelçilik binasının yerine yeni bir bina inşa edilmek üzere açılan mimari proje yarışmasından size daha önce söz etmiştim.

Yarışmayı bir Alman firması kazanmıştı.

Dün Hürriyet’e ulaşan haber binanın yapımına gelecek sene başlanacağını bildiriyordu.

Projede yer alan çizimlere baktığımda ilk izlenimim şu oldu: Tam benim seveceğim gibi modern ve fonksiyonel bir mimari. Türkiye’nin doğu ve batıyı birleştiren bir köprü olduğuna vurgu yapan iki kanatlı binanın ortasında Türkiye’yi sembolize eden bir merkez bina, onun da önünde güneş renginde, üzerine değişik görüntüler yansıtılabilen bir fonksiyon binası yer alıyor.

Yani güzel mi diye soracak olursanız, bana göre güzel ve mimari değeri olan bir bina.

Ancak daha önce işaret ettiğim sorun bence devam ediyor: Bu bina, Türk mimarlığının bugün ulaştığı yeri, dünyanın en önemli mimari merkezlerinden biri olan Berlin’e taşımıyor.

Ve daha da kötüsü, Alman gazetelerinin yazdığına göre bina, Federal Başbakanlık Binası’nın bir benzeri olarak alay konusu olmuş.

Bence Türkiye’nin tanıtımı açısından da önemli bir rol oynayabilecek bir fırsat harcanmış bulunuyor.

’Açtırma ağzımı’ siyaseti

ANAVATAN Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin birleşmenin eşiğinden dönüşleri ile ilgili “sır” henüz açıklığa kavuşmuş değil.

Siyasal yaşamımız için ilginç bir olay sayılması gereken bu durumun, tanıkların hepsi hayattayken, yani gerçek anlamda “tarih olmadan” açıklığa kavuşmasında da yarar var.

Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu, seçim süreci boyunca bu konuda hiç konuşmadı. Seçimlerden sonra konuşacağını biliyorduk. Mehmet Ağar da aynı şekilde seçim kampanyası boyunca bu konuya hiç girmedi.

Mumcu’nun, Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever’e yazdığı mektup ile şimdi bir hesaplaşma sürecinin başladığını düşündüm.

Mektubu okuyunca Mumcu’nun, bildiklerini açıklamak yerine “Hesaplaşmak istiyorum. Yüzüme bakmaya yüzü olanlarla konuşmak istiyorum. Hodri meydan” gibi afaki sözler söylemesini yadırgadım.

“Madem hesaplaşma zamanı geldi, o zaman bütün o süreçte neler olduysa Mumcu’nun ağzından ve bakışından öğrenseydik daha iyi olurdu” diye düşündüm.

Bunu yapmak yerine televizyon haberlerindeki gibi “az sonra” anonsu yapar bir havada konuşmasını yadırgadım.

Mehmet Ağar’ın bu mektuba verdiği yanıtı da bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.

O da “Otur oturduğun yerde, beni konuşturma” diyor.

Türk siyaset geleneğindeki “Bir konuşursam yer yerinden oynar” konseptinin yeni bir versiyonu sanki.

Karşılıklı “açtırma ağzımı” düellosu yapacaklarına, ikisi de olayı kendi açılarından anlatsalar, tanıklar gösterseler, sonra o tanıklar da konuşsa ve her şeyi iyice öğrensek daha iyi olmaz mı?

Böyle davranmalarının nedeni, Türkiye’de siyaset yapma modelinin bu olması mı?

Fenerbahçe’nin turkuvaz forması

TÜRK Milli Futbol Takımı, malzeme sponsorunun elinde oyuncak olmadan önce son derece güzel ve kişiliği olan bir formaya sahipti.

Hatırlayacaksınız, göğüs kısmında üzerinde ay-yıldız olan kırmızı bir şerit bulunan beyaz tişört ve beyaz şorttan oluşan bir formaydı bu.

Sponsorlar bu geleneksel formayı değiştirip, dünyanın herhangi bir yerindeki, herhangi bir takımın giydiği formaya çevirdiğinde buna itiraz eden iki-üç kişiden biri de bendim.

O tarihte geleneksel formanın mutlaka değiştirilmesi gerekiyorduysa bile bunun kendine göre karakteri olan bir forma olması lazım geldiğinde ısrar etmiştim. Önerilerimden biri de “Türk” çağrışımı yaptıran bir renk olan “turkuvaz”ın kullanılmasıydı.

Dün gazetelerde Fenerbahçe’nin bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde giyeceği formanın fotoğraflarını görünce hatırladım bu eski tartışmayı.

Fenerbahçe bu formasında turkuvaz rengini kullanıyor ki bence İznik çinileriyle dünyaya yayılan ve Türklük çağrışımı yaptıran bu renk tercihi güzel olmuş.

Tabii bir rakip takım taraftarı olsaydım “Birkaç maç için bu zahmete değer mi” diye espri de yapardım ama olsun.

Fenerbahçe’nin bu sezon Avrupa’da daha iyi bir performans göstereceğine olan inancımı koruyorum!