Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu ‘örgüt’ ortaya çıkmayacak mı?

KPSS’de kopya çektiğinden kuşkulanılan kişiler bu kez girdikleri sınavda fena halde dökülmüşler.

Akşam’ın haberine göre ilk sınavda 120 sorunun tümünü bilen katılımcılar, bu kez 67 neti ancak bulabilmişler. İptal edilen sınavda eşleriyle birlikte “tam başarı gösteren” bazı adaylar da bu kez sınava bile katılmamışlar.

Elbette, ne kadar dersinizi çalışmış olursanız olun iki ayrı sınavda da aynı başarıyı tekrarlamak diye bir garanti yoktur. Ama her halde aradaki farkın bu kadar da olmaması gerekirdi diye düşünüyorum. Geçen sefer tam puan aldıkları halde bu kez sınava bile girmeyenlerin durumu ise hiçbir açıklamaya sığacak gibi değil.

Böylece sınavda kopya çekildiğine, soruların önceden belli bir çevreye sızdırıldığına ilişkin bilgilerimizi bir kez daha tazelemiş de oluyoruz!

Bu olayın soruşturulması için hatırlayacaksınız Başbakan bizzat MİT’e bile emir vermişti. Emniyet ile ortak çalışacak MİT, bulduğu sonucu getirip önce Başbakan’a gösterecekti. Böyle talimat almışlardı. Yine biliyorsunuz, Ankara’da savcılık da bu konuyla ilgili bir soruşturma sürdürüyor.

Şu anda bilemediğimiz tek şey, bu araştırma ve soruşturmaların akıbetidir!

Sorular nasıl çalındı, bir örgütlü çaba mı vardı, yoksa bir adam tek başına mı bu işi yaptı? Tek başına bu işi yaptıysa, birbirleriyle hiç ilgisi yok gibi görünen bu kadar insana nasıl dağıtabildi? Soruların dağıtıldığı bilinen kişilerin benzer dünya görüşlerinde olması da acaba bir tesadüften mi ibarettir, yoksa aynı örgütlü suçun bir sonucu mudur?

Bunları bilemiyoruz.

Ve içimdeki his bu soruların yanıtlarını asla alamayacağımızı da söylüyor.

Üç önemli kurum, üç koldan bu işin peşini kovaladıkları halde hâlâ ortada bir şey yoksa “içimdeki hisse” ne kadar “içimdeki his” denir, o da ayrı bir mesele!

‘Tutarlılık kaygısı’ yoksa böyle oluyor!

ÜÇ generalin terfisi ile ilgili olarak başlayan tartışma bir kez daha ülkemizin önemli bir özelliğini gösteriyor: Buna kısaca “çifte standartlılık” da diyebiliriz, “tutarlılık kaygısı taşımamak” da!

Yıllardır “Yüksek Askeri Şûra kararlarının mahkemeye götürülüp, götürülemeyeceğini” tartıştık.

Başta askerler olmak üzere YAŞ’ın o kararlarından memnuniyet duyan bir çevre bunun doğru olmayacağını, askerin iç disiplininin bu nedenle bozulma tehlikesi içine gireceğini söyledi.

Şimdi bakıyorum, üç generalin YAŞ kararına karşı mahkemede kazandıkları davayı en çok onlar savunuyor.

Hükümet açısından bakılınca da durum tersinden benziyor.

Yıllarca bu siyasi görüş, YAŞ kararlarının mahkeme denetimine açık olmasını savundu.

Şimdi üç general, YAŞ’ta alınan kararları mahkemede geçersiz kılmaya çalıştığı için hedefte. Sivil otoritenin YAŞ’taki iradesinin bozulamayacağından söz ediliyor.

Bunun için gerekirse Anayasa değişikliği de dahil olmak üzere kanunlarda değişiklikler yapılması konuşuluyor.

Peki, “en kapsamlı sivil Anayasa” değişikliğini yaparken bu neden akıllarına gelmedi? Hani referandumda kabul edilen Anayasa, yargıyı tam bağımsız yapacaktı?

O değişiklikler konuşulurken, TBMM’de hiçbir AKP’linin aklına “askeri yargının durumu” gelmedi mi?

Yedek subay okulunda daha ilk derslerde öğretmen subaylar bize şunu öğretmişti:

“Bir birliğin başarısından da başarısızlığından da komutan sorumludur!” Generallerden birinin komutası altında sınır karakollarına yönelik üç büyük terörist saldırı oldu, birçok er şehit düştü, yaralananların ne halde olduklarını bilemiyoruz.

Peki, başarıdan da başarısızlıktan da komutan sorumluysa, o baskınlarda kaybedilen canlardan kim sorumlu? Başarısızlık ve başarı YAŞ’ta değerlendirilmeyecekse, nerede değerlendirilecek?

Siyaset hanedanları böyle kuruluyor

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan, AKP’den milletvekili olup olmayacağına ilişkin bir soruyu şöyle yanıtladı: “Aktif siyasete katılmayı düşünmüyorum. Şu anda Başbakan’ın yanında fahri danışman olarak bulunuyorum. Başbakan da zaten kendisi siyasetin içindeyken herhangi bir aile ferdinin siyasete girmesine sıcak bakmıyor.”

Doğulu toplumlarda önde gelen siyasetçilerin çocuklarının da babalarından sonra siyasete girmeleri normal karşılanan hatta “yandaşlarca” teşvik edilen bir durum! Papandreu ve Karamanlis ailelerinin geleneklerine bakacak olursak benzeri bir durum Yunanistan için de geçerli.

Bizde de İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’nün ve Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes’in benzeri “yandaş baskılarına” karşı koyamayıp, siyasete girdiklerini hatırlayalım.

Ahmet Özal da buna çok heves etmişti aslına bakarsanız ama belli ki onun başka bazı şanssızlıkları oldu!

Hiç kuşku yok ki Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel’in çocukları olsaydı, o çocuklar da aynı baskıyı üzerlerinde hissedeceklerdi.

Allah geçinden versin ama Başbakan da şu ya da bu nedenle siyasetten ayrılırsa hiç kuşku duymayın ki onun çocukları da aynı baskıyı yaşayacaklar.

Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmasını ve siyasi gücünü, kendi siyasi ikballeri için kullanmak isteyen yandaşlar onun çocuklarını da buna zorlayacaklar.

Siyaset hanedanları, bütün Doğu toplumlarında böyle kuruluyor ve galiba bundan kaçmayı başarabilen de pek çıkmıyor!