Paris‘teki terör saldırısının ardından her aktör yine bildiğimiz şeyleri tekrarladı.
Terörist örgütle acımasız bir şekilde savaşılacakmış, bu bir savaş ilanıymış, terörün dini ve milliyeti olmazmış vs.
Bir sürü işe yaramaz laf salatası.
Ama bu işler böyle yürüyor. Böyle olayların ardından söylenecek sözler muhtemelen önceden yazılmış, bir çekmecede bekliyor, zamanı gelince çıkartılıp basına servis ediliyor.
11 Eylül saldırısından sonra Bush’un söyledikleriyle, Paris katliamının ardından Hollande’nin söylediklerini karşılaştırın isterseniz.
Bir iki farklı cümle elbette vardır ama genel hatlarıyla aynı tahlili yaptıklarını, aynı sonucu çıkardıklarını görebilirsiniz.
Bush’un “savaş ilanı” değerlendirmesinin ardından Afganistan ve Irak’ta neler yaşandığını gördük.
Bugün dünyanın başında bir IŞİD belası varsa, sorunları Bush tarzıyla çözmeye çalışmanın bir sonucudur.
Hollande’nin bu saldırıyı “savaş ilanı” kabul etmesi ve buna karşı yapacaklarının yeni ne sorunlar doğuracağını göreceksiniz.
Eline çekici alınca bütün sorunların çivi gibi göründüğü bir dünya ve çivileri çakmak, yeni çivilerin ortaya çıkmasını engellemiyor.
Bush ve Hollande zihniyetinin bizim coğrafyamızdaki karşılıkları da aynı teraneyi okur: Terörün dini, milleti olmaz!
Evet bir terör dininden söz edemeyiz, terörist millet de yoktur ama teröristin dini de var, milleti de!
Ve onlar “gerçek İslam’ın bu olduğuna” inanıyorlar.
Öyle bir ortamda yetişiyorlar, cihadın dinin bir emri olduğunu öğrenmişler, yaptıkları sayesinde cennete gideceklerine inanıyorlar.
Ve bunlar İslam coğrafyasının her yerinde yetişebiliyorlar.
Terörist yetişmesi için son derece mümbit bir toprak, çünkü bununla mücadele edebilecek İslamcılar bu gerçekle yüzleşmek yerine kafalarını kuma gömmeyi tercih ediyorlar: Terörün dini, milleti olmaz.
Sorun en temelinde, İslam coğrafyasında yaşayan halkların kendilerini ezilmiş, itilmiş hissetmelerinden kaynaklanıyor.
Başlarına gelen herşeyden emperyalist batıyı sorumlu tutuyorlar.
Sadece İslam coğrafyasında değil, batının değişik kentlerindeki Müslümanlar da aynı durumdalar.
Ve bütün bunu yaratan sorunun temelinde de Filistin var.
Radikal İslamcılardan tutun da Orta Doğu’nun bütün diktatörlerine kadar herkesin tepe tepe kullandığı şey Filistin’de insan onuruna yakışır bir barışın sağlanamamış olmasıdır.
Onun için Bay Hollande ve diğer batılı liderler, savaş çığlıkları atmadan önce bu sorunu adil bir şekilde çözmeye yoğunlaşmalıdır.
Filistin sorunu çözülmeden, bütün bu coğrafyaya egemen olan psikolojinin düzelmesine, radikal akımların yenilmesine imkan yoktur.
—————————————–
Bakan Topçu’nun mezar ziyareti
Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu, Nevşehir’e gitti ve ilk iş olarak 1970’li yıllardan beri tanıdığını belirttiği, Abdullah Çatlı‘nın mezarına gidip dua etti.
Bakan Topçu, ziyaretini “kabir ziyareti dinimizin ve vefanın bir gereğidir. Abdullah Çatlı, 70’li yıllarda tanıştığımız bir insan” dedi ve ardından da Çatlı’nın annesini ziyarete gitti.
Çatlı, zamanının derin devleti adına çalışan bir “terörist”ten başka bir şey değildi.
12 Eylül’den önce Ankara Bahçelievler’de 7 TİP üyesi gencin evlerinde öldürülmelerinden sorumluydu.
Daha başka ne marifetleri olduğunu bilmiyoruz, çünkü çevresindeki koruma zırhı ona ulaşılmasını engelledi.
Elini kolu sallayarak hapishanelerden kaçabildi, devletin resmi görevlilerinin sağladığı pasaportlarla istediği gibi yurtdışına gidip, gelebildi.
Şimdi Bakan Topçu’ya da sorsak “terörün dini, milleti olmaz” diyecektir, buna eminim.
Ama bir kente gidince de ilk işi zamanının karanlık ilişkilere batmış bir teröristini ziyaret etmek oluyor.
70’li yıllarda tanıştıklarını söylüyor, acaba nasıl bir tanışıklıktı?
Topçu, derin devlet ile mücadele ettiğini ve “hesaplaştığını” iddia eden partinin Genel Başkanı’nın, bakan yapmak için bulup, çıkardığı bir isim.
Belli ki muhafazakar – İslamcı – Milliyetçi siyasetin geçmiş ile ilgili bir sorunu yok.
O kesim geçmişiyle sıkı bir hesaplaşmaya gitmediği sürece gelecekte bir gün Hrant Dink’in katillerinin de ziyaret edilip, ellerinin öpüldüğüne tanıklık edersek, hiç şaşırmayın.
——————————–
Vali Bey’in takı takma töreni
Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, mültecilerin Edirne yürüyüşü sırasında gösterdikleri üstün başarı ve yararlılıklar nedeniyle Emniyet Müdürü Adnan Erdoğan ve İl Jandarma Alay Komutanı Albay Kamuran Ersan‘ı başarı belgesi ile ödüllendirdi.
Olabilir, normal bir durum, Vali, gerekli görürse istediği personeline elbette başarı belgesi verebilir. Bunda bir sorun yok.
Sorun,başarı belgesi ile birlikte bir de “takı takma merasimi” düzenlenmiş olması.
Sünnet çocuklarına ya da gelin – damada yapıldığı türden bir takı merasimi!
Gazetede fotoğrafı da vardı, Albay esas duruşta, Vali Bey de kırmızı kurdeleli bir tam altını Albay’ın ceketine çengelli iğneyle takıyor!
Afyonkarahisar Valisi’nin, Genel Kurmay Başkanı’na sucuk takmasından daha şık bir tutum elbette ama yine de olmamış!
Kamu personelin maddi olarak ödüllendirilmesine bir itirazım yok. Görevinde üstün başarı gösteren kamu görevlileri elbette maddi olarak ödüllendirilirler.
Bunun yönetmelikleri var, izlenmesi gereken usul belli, vergi doğuyorsa verginin ne şekilde tahsil edeceği yazılı.
Ve bir Emniyet Müdürü ile bir Albay, böyle sünnet çocuğuna altın takılır gibi de ödüllendirilmemelidir.
Böyle yapılırsa orada artık “devlet geleneği” dediğimiz şeyin son kırıntıları kalmış demektir.
——————————-