HÜRRİYET

Dava bitmiş savcının haberi yok!

DÜN Ergenekon İddianamesi’nin açıklanmasını beklerken bir yandan da gazeteleri okuyordum.

Sabah’ta Mehmet Barlas şöyle yazıyordu: “AK Partililer Şener’e Turhan Çömez’miş gibi bakmasın. Şener, çete veya darbeci örgüt kurmuyor ki, parti kuruyor.”

Yazının bu cümlesini okuyunca “eyvah” dedim içimden. “İddianameyi beklerken dava açıldı ve sonuçlandı da haberim mi olmadı?”

Sonra telaşla AKP medyasının küçük gazetelerine baktım.

Evet, hepimiz resmen uyumuşuz!

Dava açılmış, yargılama bitmiş, mahkûmiyetler verilmiş ve Yargıtay da kararı onaylamış!

Kimlerin hangi suçlardan mahkûm edildikleri, bu gazetelerin yayınlarından açıkça belli oluyordu çünkü.

Tam o sırada televizyonun canlı yayınına İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı çıkmasın mı?

Belli ki onun da davanın sonuçlandığından haberi yokmuş!

Oysa AKP medyasını izlese davanın çoktan bittiğini öğrenebilir, televizyon canlı yayın araçlarını bu kadar meşgul etmezdi.

Avrupa Parlamentosu’nun Yeşiller üyesi Cem Özdemir’in bile bildiği bir durumdan Başsavcı’nın haberdar olmamasını yadırgadığımı da belirteyim.

Özdemir, Avrupa hukukuna vukufunun bir sonucu olarak sanıklara verilen cezayı bile biliyordu: İdam kalkmasaydı, asılırlardı!

Not: SBF’deki ceza hukuku derslerinden aklımda şöyle bir şeyler kalmış: Aksine verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmadıkça herkes suçsuzdur. Herkesin açık ve adil bir mahkemede yargılanma hakkı vardır. Şüpheden sanık yararlanır. İddia makamı, iddialarını ispat ile yükümlüdür vs…

Hukukun ve insan haklarının avukatıyım

“DAVA bitmiş, savcının haberi yok” başlıklı yazıyı “hukuku ve temel insan haklarını” savunduğum için yazdım. Yoksa Deniz Baykal gibi “Ergenekon’un avukatı” olduğumdan değil.

(Bu söz de politik savrulmanın çarpıcı bir örneği olarak Türk siyasal tarihine geçecek. Bugünün gençlerine bu olayları dikkatle izlemelerini öneriyorum. Gerçekten tarihe geçecek günler, olaylar yaşıyoruz, demeçler dinliyoruz!)

Kamuoyunda belli bir çevrede “Ergenekon Davası’nın karşıtı” olarak görülen “AKP’yi kapatma davası” açısından da aynı durum geçerli.

Eğer AKP medyasının, mesela Sabah Başyazarı’nın tutumunu izliyor olsaydım o dava ile ilgili şöyle bir şey yazabilirdim:

“Şeriatçı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Abdüllatif Şener ile bir tutulmaması gerekir. Şener parti kuruyor, Erdoğan laik-demokratik cumhuriyeti yıkmak istiyor.”

Böyle aptalca bir cümleyi kurmuyorum; çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ın yönettiği parti hakkında açılmış dava henüz sonuçlanmadı.

Bunlar şu anda sadece savcının iddiası.

Savcı, bu iddiasını ispat etmek için kuşku götürmeyen, yasal yollardan elde edilmiş deliller kullanacak. Mahkeme heyeti, savcıyı ve savunmayı dinleyecek. Davaya önyargısız olarak yaklaşacak, kararını deliller ve o delilleri çürütmek için yapılan savunmaya bakarak verecek.

O güne kadar da kimse AKP’ye “şeriatçı” suçlaması yapamayacak. Tıpkı darbe yapacakları mahkemede kanıtlanmadığı sürece emekli generallere “darbeci” suçlaması yapılamayacağı gibi!

Elbette her iki olayla ilgili “kişisel kanaatlere” sahip olabiliriz. Ama bunlar bugünkü durumda “bizim kanaatlerimiz” olmaktan daha ileri bir anlam ifade etmez!

Üç açıklama

1- Çalık Grubu, Sabah Gazetesi’ni Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla almamış. Neyi alacaklarına kendileri karar veriyorlarmış.

2- RTÜK yapım aşamasında dizilere müdahale etmeyecekmiş. Dizilerde içki özendirilirse kanallara kapatmaya varan cezalar verilecekmiş.

3- İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne göre, ABD Konsolosluğu kapısında görevli polis memurlarının hem çelik yelekleri hem de MP-5 makineli tabancaları varmış. (Bu durumda şehit polisler kendilerine verilen malzemeyi kullanmayarak büyük bir hata yapmış oluyorlar. Ancak “onlara bu disiplini vermek kimin işiydi” diye sormam gerekiyor bu sefer.)