Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Dışişleri sözcüsüne bir test önerisi

Bayramda okuduğum en eğlenceli haber Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç’in sözleriydi.
Bilgiç, Fransız Senatosu’nu, “ifade özgürlüğünü sınırlama riski taşıyan” kanuna karşı uyarıyor ve AİHM ve Fransa Anayasa Konseyi içtihatlarına aykırı şekilde ifade özgürlüğünün sınırlanmamasını talep ediyor.
İyi eğitimli, deneyimli bir diplomat olan Bilgiç’in bu sözleri söylerken yüzünün aldığı şekli görmeyi çok isterdim ama ne yazık ki gazete haberlerine bakarak bu mümkün olamıyor.
Kuşkusuz ki o da içinden söylediği sözlere çok gülmüştür ama ne yapsın, bulunduğu görevin gereği olarak hükümet ne demek istiyorsa, onları seslendiriyor.
Şimdi bir romandan bir alıntı yapacağım:
“Hollande (Fransa Cumhurbaşkanı ve Andorra Eş Prensi olan adam yani) salağın, homonun, ödleğin teki diye bağırıyordu Morvan. Tanrım, ne zaman taşaklı biri bu ülkede cumhurbaşkanı olacak? Sosyalist Partiyi çekip çevirmekten aciz bir adama ülkeyi teslim ettiler. Ne bekliyorlardı ki? Fransızların hepsi salak, bir anlamda layıklarını buldular.”
Jean – Chiristophe Grange’nin Türkçede de yayımlanan son romanı Lontano’nun birinci bölümü, yukarıya aktardığım bu sözlerle başlıyor.
Ve Grange, bu nedenle soruşturmaya uğramadı, sulh ceza yargıcının karşısına çıkmadı, tutuklanmadı, hakkında dava açılmadı, hatta Cumhurbaşkanlığı sözcüsü kürsüye çıkıp “ayıptır bu senin yaptığın” bile demedi.
Bir ülkede ifade özgürlüğü var mı, yok mu diye bir test yapacaksanız, bu alıntıdaki Hollande ismini her hangi bir devletin başkanının adıyla değiştirin.
Eğer o değişikliği yaptığınızda, o cümleyi yüksek sesle okuyamıyorsanız, bilin ki ifade özgürlüğü olmayan bir ülkede yaşıyorsunuz.
Tanju Bey’den ricam, bundan sonraki basın toplantısında bu testi uygulaması.
O testi geçemeyeceğini düşündüğü diğer ülkelere de benzer bir uyarı yapsın diye!
——————————-
 
Suriye kökenli seçmen oyunu kime verir?
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önce Suriyeli göçmenleri TC vatandaşı yapma kararını açıkladı. Sonra da bunu nasıl yapacağını söyledi, meğerse çok kolaymış: TOKİ’nin boş binalarına yerleştirilerek!
Bugüne kadar bu boş binalar vardı da neden Suriyeli göçmenlerin çoğunluğunun sersefil sokaklara düşmesine göz yumuldu diye sormak gerek.
Madem böyle bir olanak var, vatandaşlığa alma beklemeden göçmenler buralara yerleştirilmeli.
Cumhurbaşkanı’nın bu işi oy hesabıyla yaptığı söyleniyor, olabilir.
Ama unutmayalım ki gerçek serbest ve eşit seçimlerde kimsenin oyu, kimseye tapulu değildir, böyle bir beklenti gerçekleşmeyebilir de.
Hatta bana sorarsanız, eğer niyeti buysa, Cumhurbaşkanı yanlış hesap yapıyor.
Suriyeli göçmenlerin sorunları, vatandaşlığa alınarak çözülebilecek mi?
Hayır, bunun onunla ilgisi yok, her şeyden önce parayla ilgisi var.
Bu insanların, Türkiye’ye uyumu için harcanacak, meslek sahibi olmaların için harcanacak bütçe lazım her şeyden önce.
Bugüne kadar harcadığımız söylenen on milyar dolara yakın bütçenin, ateşin üzerine dökülmüş bir bardak su kadar değeri olabildi.
3 milyon Suriyeli göçmenin ihtiyacı bundan çok daha fazla.
20 yaş üzeri Suriyelinin sayısı 1 milyon 400 bin civarında. Bunlara iş lazım.
Türkiye ekonomisinin yeni iş yaratma kapasitesi belli. Türkiye nüfusunun çalışma çağına giren bireyleri için bile bu kapasite yetersiz, işsizlik bu nedenle artıyor.
Bunlara 1 milyon 400 bin Suriyeli vatandaş eklenince ne olacak? Kim iş bulabilecek?
Suriyeli göçmenler içinde 1 milyon 500 bin çocuk ve genç var.
Eğitim çağındaki 800 bin çocuktan sadece 300 bini eğitim alabiliyor, 500 bin çocuk okula gitme olanağına sahip değil. Hani bunlara derslik, hani öğretmen, hani ders programı, kitabı?
Ha bir de “anadilde eğitim” sorunu var tabii!
Kendi vatandaşı Kürtlere ana dilde eğitim olanağı vermeyen Türkiye, Suriye kökenli vatandaşlarına mı ana dillerinde eğitim olanağı sağlayacak?
Böyle bir talep ortaya çıkınca, TOKİ binaları mı bombalanacak?
Bütün olumsuzlukların (işsizlik, eğitimsizlik, yetersiz ücret vs.) yeni vatandaş olacak kitlede yaratacağı olumsuz tepkinin, kimin lehine oya dönüşeceğini tahmin etmek o kadar kolay değil.
Suriyeli göçmenler “keklik” değiller, kimse de onları çantasında hayal etmesin.
————————————–
 
Saraya para yetişmiyor!
 
Bakanlıkların ve kamu kurumlarının “temsil, tanıtım gideri” faslından harcadıkları paranın toplamı yılın ilk beş ayında 63 milyon liraya ulaştı.
Gümrük Bakanı Bülent Tüfenkçi 7 milyon 100 bin lira, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi 4 milyon 400 bin lira harcamış. Bizim paramızla alınan çiçekler, yemek davetleri vs.
İftar ve sahur daveti verip “sevapları” kendi hanelerine yazdırırlarken, hesabı da bizim bütçemize yazmış oluyorlar böylece.
Bu arada deyim yerindeyse Cumhurbaşkanlığı Sarayına da para yetiştiremez hale geldik.
Bu yıl Cumhurbaşkanlığına 434 milyon lira bütçe ayrılmıştı, daha yılın yarısında bu paranın yetmeyeceği anlaşılınca bütçe 712 milyon liraya çıkarıldı.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi CHP’li Aykut Erdoğdu şöyle anlatıyor: “Cumhurbaşkanlığı bütçesinin görüşmeleri sırasında hemen hemen hiçbir bilgi alamadık. Meclis bilgilendirilmedi. Birkaç bakanlık bütçesi büyüklüğündeki bu para nereye harcanıyor, bu konuda en ufak bir bilgi yok.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisini Anayasa ile bağlı hissetmemesini “seçimle iş başına gelmesiyle” meşrulaştırıyor, seçildiği için istediği gibi davranabileceğini söylüyor.
İşte tam da bu nedenle aslında TBMM’ye ve halka, bu parayı nereye harcadığını kalem kalem açıklamalıdır.
Millet, bütçe yapma yetkisini TBMM’ye verdi. Aksine bir Anayasa hükmü getirilene kadar (ki yakında korkarım o da olur) TBMM, vergilerimizin nereye harcandığını bilmek hakkına sahiptir. O bilmeli ve denetlemelidir ki milli irade tecelli etsin.
Bu olmuyorsa, o düzene demokrasi demiyoruz.
Cumhurbaşkanı, kendisini bir kral olarak konumlamak istemiyorsa tabii.
———————————–