Dostlar "açılımda" görsün!
İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay’ın yol haritasını çizdiği “Kürt açılımı” kapsamındaki üçüncü çalıştay gazeteci ve yazarların katılımıyla yapıldı.
Katılımcıların listesine baktım şunu düşündüm: Hükümet bir Kürt açılımı yapmak istiyor ama “aykırı seslere” o kadar tahammülü de yok!
Evet, katılımcıların içinde değer verdiğim isimler de var ama genel tablo zaten birbirine benzer fikirleri savunan kişilerin bir araya toplandığını gösteriyor.
Yani “Bin çiçek açsın, yüz fikir yeşersin” durumu pek yok.
“Barıka-i hakikat, müsademe-i efkárdan doğar” sözü de dikkate alınmamış. Çünkü birbiriyle çatışacak fikir sahipleri de pek ortada görülmüyor.
Eğer Kürt sorunu için gerçek bir “açılım”dan söz edeceksek, önce toplantıya katılacaklar konusunda da bir “açılım” yaratılmış olmalıydı.
Ezberleri bozmak bu sorunun çözümü için elbette ilk adımdır. Ama yola ezber bozmak için çıkılıyorsa, aynı ezberlenmiş sözleri tekrar edecek bir heyet de oluşturulmamalıydı.
Ya da şöyle söyleyeyim: Hükümet, aykırı seslere yönelik bir açılım içinde de olmalıydı.
Öte yandan söz konusu çalıştayın “basına kapalı” olmasına da bir anlam veremedim.
Basına kapalı bir toplantı ama gazetelerde toplantıya katılan herkesin kendisine ait bir köşesi var!
Bundan nasıl bir sonuç çıkarmalıyız bilmiyorum. Sadece şuna dikkat çekmekle yetineyim: o toplantıya katılanlar “gazeteci-yazar” sıfatlarıyla çağrıldıklarına göre, orada konuşulanları, tartışmaları okuyucularından saklamayacaklardır diye düşünmemiz gerekir.
Nitekim mesela Hasan Cemal, çalıştayda söylediklerini satır satır köşesinde aktardı. Çalıştayın basına açık olması, orada konuşulanların kamuoyunun değerlendirilmesine sunulması için daha yararlı olmaz mıydı?
Demokratik bir ülkede, önemli bir toplumsal sorunun, geniş katılımlı toplantılarda tartışılmasından daha normal bir şey elbette olamaz.
Ancak şunu da söylemek zorundayım ki demokratik bir ülkede bu tür konuların konuşulması, tartışılması da hiç kuşku yok ki seçilmiş meclisin himayesinde olmalıydı.
Sonuç olarak bu konuyla ilgili ne yapılması gerekiyorsa o mecliste yapılması gerekiyor.
Onu tamamen devre dışında bırakmak, gerçek bir çözüm arayışından çok “Dostlar açılımda görsünler” düşüncesinin egemen olduğunu gösteriyor.
Teminatlara bak, kaç kurtul!
GERÇEKTEN çok güçlü kuvvetli bir demokrasiye sahip olmalıyız.Çünkü demokrasimizin o kadar çok teminatı var ki böyle bir demokrasinin sırtını yere getirmek için insanın Kurtdereli Mehmet ya da Koca Yusuf gibi güçlü kuvvetli pehlivanlar olması bile yetmez!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yüksek Askeri Şûra toplantısından önce Anıtkabir’e gitti ve anı defterine “Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasimizin en büyük teminatlarından biri olmaya devam ediyor” diye yazdı.
Daha önce de polis teşkilatının demokrasimizin en büyük teminatı olduğunu söylemişti.
Önümüzdeki günlerde belediye zabıtasının kuruluşunun bilmem kaçıncı yıldönümünde de eminim ki demokrasimizin en büyük teminatı olarak zabıtayı gösterecektir.
Çünkü belli ki kimin elinde silah varsa, demokrasimizi “temin etme” gücü de onda!
Gerçi polis teşkilatımızın geçmişinde ve bugününde demokratik tutum ve davranışları biraz tartışmalı. İzinsiz telefon ve ortam dinlemeler, muhalifleri takip edip fotoğraflamalar, işkence ve kötü muameleyle zanlıları “öttürmekler” bu sicilin köşe başlarını oluşturuyor.
Aynı şekilde Silahlı Kuvvetler de darbeler, muhtıralar, hayata geçirilememiş darbe planları, andıçlar, tuhaf sıkıyönetim uygulamaları gibi sorunların mirasçısı.
Yani demokrasimizin en büyük iki teminatının demokratik sicilleri o kadar da parlak değil.
Kim bilir, belki de bu yüzden demokrasimiz yarım yamalak kalıyor.
Teminatı, elinde silah tutanlar olan bir demokrasinin kaçınılmaz akıbeti de bu olmalı.
Harç sorunu hafife alınmamalı
ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, Sabah’ta yayımlanan röportajında üniversite harçlarının yüksek olmadığını söyledi.
Özel üniversitelerde alınan ücretin yüzde 20’sine kadar bir harç tutarının makul olduğunu belirtti.
Prof. Yarımağan, üniversitelerin mali sorunlarını birçoğumuzdan daha iyi biliyordur, buna kuşku yok.
Ancak üniversite harçlarını yükseltmenin, birçok genci üniversitede okuyamaz hale getireceği gerçeğini de ihmal ediyor olmalı.
Ücretli ve maaşlıların, küçük esnafın durumu ortadayken, bu kadar yaygın bir işsizlik sorunu varken, üniversite harçlarını yükseltmek demek, gençlerin bir bölümüne “Siz üniversitede okuyamazsınız” demekten farklı değildir.
Üniversitelerin mali sorunlarını çözmenin tek yolu, öğrenci harçlarının artması ise bunu eğitimdeki fırsat eşitliğini bozmayacak şekilde ele almak gerekir.
Öğrencilerin mezuniyetten sonra ödeyebilecekleri uzun vadeli ve düşük faizli kredi olanakları gibi yan önlemler alınmalıdır.
Üniversite gençliğinin harç sorununu hafife almak demek, geleceğimizi de hafife almak demektir!