‘Fire’ değil özgür irade!
ANAYASA değişikliği için yapılan oylamada AKP ve MHP’li milletvekillerinin “fire vermesi” günün gözde konularından birisi.
Önce bu “fire” kavramına takıldım. Büyük Türkçe Sözlük “fire” kelimesine şu karşılıkları veriyor: “1. Ağırlık yitimi. 2. Bir iş yapılırken çıkan artık parça. 3. sf. Eksik, noksan.”
TBMM’deki durum için demek ki kelimenin 3. anlamı geçerli olmalı. O da oy sayısı itibariyle bir “eksik, noksan”a işaret ediyor, değişikliğe olumlu oy vermeyenlerin zihinsel eksikliklerine değil!
Demek ki bazı milletvekilleri düşünmüşler ve kendi özgür iradeleriyle karar vermişler ki oylarını kendi bildikleri gibi kullanmışlar. Milletvekillerinin özgür iradelerinin öneminden söz edenlerin “fire” kavramını olumsuz anlamda kullanmaları pek anlaşılabilir bir durum değil yani.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dün bir demecinde söylediği sözlere dikkatinizi çekmek istiyorum:
“Bir partinin prestiji var. MHP’de de olsa AK Parti’de de olsa gücü var. Bir genel başkan ‘Bu teklif benimdir’ dedikten sonra milletvekili başka düşünce sergilemez. Gösterirse yanlış olur. O kadar büyük bir yanlış olur ki, sonunda siyasi hayata veda etmek zorunda bile kalabilir.”
Arınç, günümüzde Türk parlamenter sistemindeki bir hastalığa işaret ediyor ama bunu sisteme yönelik bir eleştiri olarak değil, olması gereken duruma yönelik bir eleştiri olarak yapıyor.
Milletvekillerinin iradelerini yok sayan, genel başkanın iki dudağına bakan insanlar haline getiren bir anlayış bu.
Evet, Türk siyasetinde artık böyle, milletvekillerini halk değil, parti liderleri seçiyor ve onlar da yeniden seçilebilmek için iradelerini lidere ciro ediyorlar. O da istediği gibi kullanıyor!
Ama bu parlamenter sistemin düzgün işlemesinin önündeki en büyük engeli de yaratıyor.
Tabii şunu da sormak gerekiyor: Bu oylamanın gizli yapılmasındaki amaç ne? Neden parti grupları toplanıp bu konuda bir grup kararı alamıyorlar?
Acaba bunun nedeni hiç olmazsa anayasa değişikliği gibi çok önemli konularda milletvekillerini özgür bırakmak olmasın?
Gannuşi de dişini, yumruğunu sıkıp bekliyormuş!
TUNUS diktatörü Zeynelabidin Bin Ali’nin devrilmesinden sonra yapılan seçimlerde iktidara gelen İslamcı Ennahda Partisi lideri Raşid Gannuşi’nin bir video kaydı ortaya çıktı.
Gannuşi, içki yasağı isteyen, sanat galerilerini talan eden radikal İslamcı Selefilerin liderlerini ‘takiye yapmaya’ çağırıyor.
Geçtiğimiz şubat ayında çekildiği tahmin edilen videoda Gannuşi, laiklere karşı güç kazanana kadar Selefilere ‘sabırla ve bilgece’ beklemelerini öğütlüyor.
Gannuşi, “Azınlıkta olsalar da laikler medyayı ve ekonomiyi kontrol ediyorlar. Genç Selefi dostlarıma diyorum ki, sabredin. Ordu ve polisten henüz emin değiliz. Neden acele ediyorsunuz ki? Bugün artık sadece bir camimiz yok. Din İşleri Bakanlığımız var. Sadece bir dükkânımız yok. Bir devletimiz var. Fakat ekonomi hâlâ onların elinde” ifadelerini kullanıyor.
Gannuşi’nin geçmişte AKP’yi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı örnek aldığını söylediğini de hatırlıyorum.
Başbakan’ın şu sözlerini de: “Yumruğumuzu, dişimizi sıktık, bekledik!”
Gannuşi’nin sözlerine ne kadar da benziyor.
Yumruklarını, dişlerini sıkıp beklerlerse yakında “Halk merkezde içkili lokanta istemiyor” diye içki satışını da yasaklayabilirler, “ucube” diye sanat eserlerini de yıkıp, yok edebilirler.
Biraz sabır sadece!
100 yıllık sorun mu?
TÜRKİYE Futbol Federasyonu’nun milli takımlardan sorumlu yöneticisi Selim Koray, Sabah’a bir demeç vermiş:
“Sorunlarımız derin. 100 yılda gelişen sorunları 8 ayda halletmemiz mümkün değil” diyor.
Böylece, Milli Takım’ın daha üçüncü maçta Dünya Kupası elemelerinde havlu atmış olmasının nedenini öğrenmiş oluyoruz!
Sorumlular belli: Ali Sami Yen, Nurizade Ziya Bey ve Fuat Balkan!
100 yıl önce Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın kuruluşu sırasında onlar hata yapmamış olsalardı, şimdi Brezilya yolunu yarılamış, geçmiştik!
Ama bence o kadar gerilere gitmemize gerek yok. Çünkü bu yüz yıl içinde bir UEFA ve Süper Kupa şampiyonu çıkardık, şampiyonlar liginde çeyrek final, Avrupa Kupası’nda yarı final oynadık, Dünya üçüncüsü olduk.
Sorun teknik direktörün bu yükü taşıyamamasında.
Daha önce de söylemiştim, tekrarlayayım: Eğer Milli Takım’a bir Türk teknik direktör gerekiyorsa bunu yapabilecek ve otoritesi tartışılamayacak sadece üç kişi var: Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş.
Bunlar dışındaki her arayış böyle biter!