Gazeteciler olmasaydı hiçbir şey olmaz mıydı?
KONYA’dan dönerken uçakta bazı kişilerin Galatasaraylı futbolculara saldırmaları, türlü yokluklar içinde şampiyonluk mücadelesi veren futbolculara karşı yapılmış büyük bir terbiyesizlik.
Ve ne yazık ki bu tür olaylar çok sık oluyor. Fenerbahçeli Rüştü‘ye atılan yumruklar, Beşiktaşlı futbolculara edilen küfürler, Galatasaraylı Necati‘ye atılan yumruklar, kendilerini “taraftar” olarak tanımlayanlarca yapılıyor.
Dün Hürriyet‘te, Konya-İstanbul uçağındaki olaylarla ilgili haberi okurken dikkatimi bir şey çekti.
Galatasaraylı bazı yöneticiler, olaylar sırasında çekim yapmaya çalışan gazetecilere, “Çekim yapmayın. Bu olayları siz çıkartıyorsunuz” diye bağırmışlar.
Karşılaşılan her kötü durumda asıl suçluları bir kenara bırakıp gazetecileri suçlamak modası demek ki spor yöneticilerimizi de etkisi altına almış.
Sanki gazeteciler birilerini olay çıkarsın diye kiralıyorlar ve sonra da çıkan olayın fotoğrafını çekiyorlar!
Zannediliyor ki, gazeteciler olup biteni yazmasalar bu olaylar hiç olmayacak?
Eskiden konuşulan Türkçe’de “Şüyuu, vukuundan beter” diye bir söz var. “Duyulması, gerçekleşmesinden kötü” anlamına geliyor.
Oysa unutmamak gerekir ki bu tür olayların “gerçekleşmesi” kötüdür, duyulması değil.
Kötü olayların duyulmasını önlemek ise bugüne kadar hiç kimsenin sorununu çözmedi.
Öyle olabilseydi Romanya‘da Çavuşesku hálá iktidarda olacaktı, bunu unutmayalım. Demokrasinin vazgeçilmez şartı “halkın olup biten her şeyden haberdar olmasının sağlanması”dır. Gazetecilerin görevi de halkın bu özgürlüğünü kullanmasını sağlamaktır.
Irkçı önyargıları gülümseyerek aşmak
NEW York‘taki “İkiz Kulelere” yapılan saldırının ardından bu ülke medyasına hákim olan ırkçı yaklaşımın çok ciddi bir sorun olduğunu düşünüyordum.
Bütün Müslümanları “pis sakallı ve canavar bakışlı” insanlar olarak gösteren karikatürler, “Müslüman” kahramanların sadece “terörist” olabildikleri filmler bu ülkedeki paranoyayı büyüttü ve sonunda Bush‘un Irak macerası için gerekli olan kamuoyunu yarattı.
Geçen gün Amerika‘da yeni gösterime giren filmlerle ilgili haberlere göz atarken bir film dikkatimi çekti. Bu hafta gösterime giren film “Looking for Comedy in The Muslim World” (İslam Dünyasında Komedi Aramak) adını taşıyor.
Filmin fragmanında da şöyle denilmiş: “Milyonlarca Müslüman bizden nefret ediyor! Artık korkmayın. Amerikan hükümetinin yeni bir planı var.”
Plan da şu: Müslümanların espri anlayışlarını inceleyerek onları daha iyi anlamak. Bunun için bir Amerikalı komedyen, Hindistan ve Pakistan’a gönderiliyor.
Film Amerikalıların ve Müslümanların farklı kültürlere bakışlarını “tiye alıyor”. Albert Brooks‘un yazıp, oynayıp yönettiği filmin, ırkçı stereotipler ve önyargılardan sıyrılıp sıyrılamadığını, seyretmediğim için bilemiyorum. Ancak, Amerikalıların artık bu olayda “gülünebilecek bir şeyler aramaya başlamalarının bile” önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum.
13 yıl oldu, elde bir şey yok
BUGÜN Uğur Mumcu‘nun bir bombalı saldırıyla öldürülüşünün yıldönümü. 24 Ocak 1993 tarihindeki suikastın ardından yetkililerin söyledikleri sözleri hatırlamakta hiç zorlanmıyorum. Zorlanmıyorum; çünkü benzeri her olaydan sonra bu sözleri o kadar çok dinledim ki artık aklımdan çıkmıyor: Kanı yerde kalmayacak, sorumlular bulunacak, bu olayın arkasında kim varsa ortaya çıkarılacak vs…
Uğur Mumcu‘nun katillerini ve arkalarındaki destekçilerini bulmak için 5 savcı görevlendirildi. 3 ayrı komisyon kuruldu. 12 ayrı hükümette, 14 ayrı İçişleri Bakanı görev yaptı. Ve öğrenebildiğimiz tek şey suikastı yapan üç kişinin isimleri.
Ne olayın faillerinin bu işi gerçekleştirmek için kimlerden emir aldıklarını öğrenebildik, ne de arkalarındaki örgütlerin uluslararası bağlantılarının neler olduğunu.
Yarınki gazetelerde bu yıldönümü nedeniyle eski-yeni birçok sorumlunun demeçler verdiğini okuyacağız.
Acaba içlerinden hiç olmazsa bir tanesi çıkıp, “Ben görevimi yapamadım, Mumcu’nun öldürülmesindeki gerçek sorumluları bulamadım. Özür dilerim” diyebilecek mi?